26 Aralık 2018 Çarşamba

MÜLTECİ KADINLARIN GÖZYAŞLARI

MÜLTECİ KADINLARIN GÖZYAŞLARI
Dünya var olduğundan bu güne savaş, ekonomik-politik nedenler, coğrafik yapılarda yaşanan sosyo-ekonomik ya da çatışmaya dayalı sıkıntılar, siyasilerin ve para babalarının stratejileri ve çıkarları yüzünden insanların mülteci olma ve sığınma talepleri devam etmektedir. Göçler biraz daha isteğe bağlı olup, sığınmalar zorunluluğa dayanmaktadır.
Her sığınmacının, mültecinin, muhacirin ayrı ayrı yürek burkan hikâyeleri vardır; Bu hikâyeler romanlara sığmayacak kadar çoktur. Mülteciler -bölgemim insanının deyimiyle muhacirler- olmak en çok kadınları ağlatıyor, ülkelerinde yıllarca tırnakla kazıp kazandıkları maddi ve manevi birikmişliklerini, en önemlisi sevdiklerini, toprağa kefensiz koyanlardır…
İnsanlar ülkelerindeki ateşten kaçarken, nasıl olumsuzluklar yaşayacaklarını bilmedikleri dinini, dilini, ırkını, mezhebini, gelenek ve göreneklerini bilmediği en yakın ülkeye sığınmaya çalışırlar. Bizler halk olarak yaşanan dramların iç yüzünü bilmeyip, sadece fotoğrafların görünen yüzünü yorumlarız!
Özellikle son zamanlarda, ülkemiz en çok göç alan ve sığınma kabul eden ülke durumuna gelmiştir. Yaşanan süreçte travmaların artış gösterdiği gözlemlenmiş ve belli bir sosyo-ekonomik seviyeye sahip olanlar süreci minimum zararla atlatmıştır. Hatta bazen kendi ülkelerinde yaşadıkları imkan ve şartlardan daha fazlasını ülkemizde yakalamaktadırlar.
Yaşanan bu tür olaylar en çok çocukları ve kadınları etkilemektedir. Bu süreçte çocukların eğitim hayatları zarar görmekte korkuları ve kaygıları artmakta, özgüvenleri kaybolmaktadır. Psikolojileri, deprem sonrası oluşan ruh haline döner. Çocuklar yaşama tutunmak için, güçlü görünmeye çalışan ama içten içe yıkılan annelerine sığınırlar.
Kadınlar aile bütünlüğünü, beraberliğini korumaya çalışırken, hırsını alamayan kirli ruhunu tatmine çalışan düşman tarafından şiddete, tacize ve tecavüze uğramaktadır. Bunlara maruz kalan kadınlar güçlü olup çocuklarını korumaya çalışırken kendi ruh sağlıklarını kaybederler. Esas sorunlar acı, kan, keder, gözyaşlarıyla çileli bir şekilde tamamlanan sığınma sürecinden sonra başlar.
Aile kavramı, özelliğini ve anlamını yitirir. Yaşanan olaylarda, sevdiklerini kaybetmiş ya da arkalarında bırakıp gelen kadın yaşadığı ülkenin dilini konuşamadığı için yaşam çok daha zorlaşır. Kadınlar yeni kültüre uyum sağlamaya çalışırken geçmişten gelen değerlerini, davranış biçimlerini bir kenara koyarak içinde bulunduğu toplumun değerlerini yaşam biçimini kavramaya ve çocuklarına bu doğrultuda yön vermeye çalışır. Dil en önemli sorunlardan biridir. Yeni değerleri, yaşanan kültürel değişimi ailesine ve çocuklarına aktarıp onlara yön verecek kişi yine kadındır.
Yeni hayatlarını kuracakları ülkeye geldikleri zaman içerisinde ya da öncesinde, eşini kaybetmiş kadıların temel kavramları anlamak nasıl giyineceğine karar vermek, nereye nasıl gideceğini bilmek kültür geçişini çocuklarına nasıl bir dille anlatacağını belirlemek ve en önemlisi nerede, nasıl çalışıp çocuklarının ekmeğini kazanacak karnını doyuracak düşüncesiyle kaygıları artıyor ve ruh sağlıkları bozuluyor.
Sığındıkları ülkeye yerleşme döneminde, yaşamsal temel ihtiyaçlarına ulaşabilmek, üç beş kuruş uğruna, cinsel ilişkiye zorlandıkları, baskı altında suça teşvik edildikleri görülmüştür. Belli bir kesimin zaman zaman kolayı seçmek adına gönüllü olarak suça iştirak ettikleri görülmektedir. Toplum tarafından kabul görmeyi beklerken ücretli işlerde düşük maaşlarla çalışıp sigortalarının ödenmemesine razı gelmektedirler. Göçle birlikte yaşamda belirsizlikler başlar. Yokluk, çaresizlik aile içi ve çevresel şiddeti tetikler. Kendi ülkelerinde bu tip durumlarda aile büyükleri devreye girer, destek alır, yaşadıkları maddi ve manevi sorunlara çözüm bulmaya çalışırlar. Yeni hayatlarında ne danışacak aile büyükleri ne de bir hukuk sistemi bilmedikleri için, çaresizlik içerisinde duruma katlanmak zorunda kalırlar. Hukuki haklarını öğrenseler dahi, eve ekmeği getiren eşin uzaklaştırılması kadını iyice yalnızlaştıracak ve çaresizleştirecektir. Bu yüzden susmayı sineye çekmeyi tercih ederler.
İmkânsızlıklardan dolayı zaman zaman birkaç aile bir araya gelerek aynı evde yaşamaya çalıştıkları için aile içi ve aileler arası mahremiyet kaybolur. Çocuklar uygunsuz durumlara şahit olur ve gördüklerini model alıp, kendinden güçsüze aynısını uygulamaya çalışır. Bu boyutta şiddet, taciz, tecavüz, uygunsuz elde edilen kazanç vb. artış göstermektedir. Ağırlıkta ataerkil toplumlardan gelen baskılar, en çok kadınların yüreğini ağlatır, annesi ağlayan bir çocuğun gözyaşları, bilmedikleri bir diyarda akar gider, sonuç olarak savaş herkesi yaralar ama en çok kadınları ve dünyaya getirdiği çocukları ağlatır.
Elbet bir gün zalimler, masumların akıttığı gözyaşları içinde boğulacak, işte o zaman insanlık ağlamayacak!

http://www.urfanatik.com/multeci-kadinlarin-gozyaslari-makale,1496.html

18 Aralık 2018 Salı

DEĞERLİ MUHTAR ADAYIM BİR BOT ALMAYA VAR MISIN?

DEĞERLİ MUHTAR ADAYIM BİR BOT ALMAYA VAR MISIN?
Dünyanın en güzel duygusu bir çocuğun, daha doğrusu gülmeyi bir kenara bırakmış yaşamın zorluklarının çarkı arasında gülüşleri sıkışan birinin gülüşlerini o zorlu yaşam çarkları arasından alıp gülüşlerine kardeş yapmak, insani duyguların en güzeli olduğuna inanıyorum.
İnsanoğlu Yıllardır şahsi çıkarları ve egoları doğrultusunda doğayı katletti, çevreyi kirletti, hepimizin bu yıkımda illaki payı vardır. Kısacası kırdık, döktük, yaktık, yıktık geçtik. Durmayı bilemedik gözümüz kör oldu ne denli zarar verdiğimizi göremedik…
Artık dur demenin zamanı geldi geçti bile… Çevremize ve ülke ekonomimize verilen zararlardan birine dikkat çekmek istiyorum; İsraf ve kirliliğin en güzel örneği tabi ki seçim kampanyaları. Her seçim döneminde Hem çevre kirliliğine, hem de gürültü kirliliğine yol açan bu çalışmalarda yapılan milyar TL harcamalarını, daha faydalı hale getirebiliriz!
Çocukluğumdan bu yana, sokaklarda bağıra çağıra gezen araç camlarından broşür promosyon ürün fırlatan gürültüde ve çevre kirliliğinde maddi israfta sınır tanımayan bu beyhude çalışmalar bana ve sanırım benim gibi düşünen binlerce insana hep itici gelmiştir.
Her seçim döneminde aynı şeyleri düşünürüm. Akşama kadar aracın yaktığı yakıtın parası, bütün gün trafikte dolaşan bu araçların diğer sürücüler üzerinde bıraktığı nefret psikolojisi, verilen promosyon ürünlerin tutarı, çevreye en büyük zararı veren sokaklarda bir uçtan bir uca bağlanmış zincir bayrakların maliyetleri ve daha bir çok şey bana anlamsız ve boş hatta gereksiz ve itici gelmiştir.
İnternetin hızla geliştiği, bilim ve teknoloji çağında tüm bu masrafların, yersiz olduğunu, bunun yerine sosyal medyanın daha etkin kullanılarak, sokak gürültüsünden, çevreyi kirleten afişlerden, pankartlardan daha çok etkili olur diye düşünüyorum.
Benim size teklifim belki okyanusta bir damla olacaktır ama söylemeden geçemeyeceğim. Unutmayalım damlaların sürekliliği kayaları delip geçiyor, derin oyuklar açıyor. Bizde Siverek’te başlatacağımız bu kampanyayla belki milyonlara örnek olacağız.
En küçüğünüzden başlamak istiyorum, MUHTAR adaylarımıza sesleniyorum!
Sizler fotografçınızın yönlendirmesi doğrultusunda kasılarak gerilerek çektirdiğiniz fotoğrafları broşür yapıp masrafa girmeyin hem çevre kirliliğine yol açmayın, hem de ülke ekonomisine, doğaya zarar vermeyin.
Bizler sizleri yaptığınız broşürlerden daha iyi anlatırız bundan emin olun lütfen. Kendinizi halkınıza teslim edin bırakın halk sizi anlatsın yüceltsin takdir etsin. Fısıltı gazetesinin en büyük reklam mecrası olduğunu hatırlatmak isterim. Çocukluğumun Küçelerinde paylaşımlarınızın reklamını yapalım yayınlayalım sizlere destek verelim. Unutmayın paylaştıkça çoğalır tüm iyi niyetler güzellikler ve amacına ulaşır tüm arzular. Siz harcayacağınız bu paraların sadece elli lirasıyla bir çocuk botu alın. Evet yalnızca bir çocuk botu. Bu soğuk kış gününde yavrucakların ayakları ısınsın. Çocuğun ayağı ısınırken ailenin size karşı yüreği ısınacak sempatisi artacak bunlar size oy olarak geri dönecektir. Sizlerden önemli ricam bunu sadece oy almak için yapmayın gerçekten içinizden geldiği için bir yavrunun üşüyen ayaklarını sızısını yüreğinizde hissettiğiniz için yapın. Biz vatandaş olarak halka karşı sorumluluklarınızın bilincine vararak yol almanızı isteriz bekleriz. Atacağınız bir adım tüm siyasilere örnek teşkil edecektir. Belki içinizde bu konuda kamuoyunu daha iyi bilgilendirmek, farkındalık yaratmak, duyarlılığı arttırmak isteyenler çıkacaktır bu konuda hemşehrilerime güvenim sonsuz teklifimi geri çevirmeyeceğinizden eminim.
Bu kampanyayı düşündüğümde siyasi, reklam satış içerikli vb paylaşımların Çocukluğumun Küçeleri sayfa paylaşım prensiplerine ve ilkelerine ters düştüğünü biliyordum. Öncelikle kendilerinden müsaade almayı uygun buldum ve sağ olsun sayfa yönetimi bu çalışmanın çocuklara faydası olacağı için desteklerini esirgemediler.
Duyarlılığınız ve ihtiyacı olan çocuklara sağlayacağınız desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim.
Saygılarımla



http://www.urfanatik.com/degerli-muhtar-adayim-bir-bot-almaya-var-misin-makale,1480.html

11 Aralık 2018 Salı

HOŞ GEL YENİ YIL HOŞÇA KAL…


HOŞ GEL YENİ YIL HOŞÇA KAL…

İnsanlık, varolduğu günden bugüne dek umutla yaşar ve daha fazla mutlu olmanın arayışı içerisine girer. Mutluluk kavramı kişiye göre değişir: Kimileri sevdikleriyle birlikte sağlıklı, huzurlu yediği bir lokma ekmeğe şükrederken, kimileri ise bulunduğu sosyo-ekonomik durumunu aşarak büyük hayaller kurar.
   Umutlarımızı yeni bir yıla bağlamak ve şartlarımızı aşan hayaller kurmak zamanla bizleri mutsuzluğa, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Her yeni yıl hepimiz için yeni umutlar demektir. Hayallerimizin sınırı yoktur. Aslında yeni yılın bize tam olarak ne ifade ettiğini ya da kimimize göre çok da anlam ifade etmediğini birçoğumuzbiliyoruz. Sadece takvim değişiyor ve biz bu takvim değişikliğine manevi ve pembe anlamlar yükleyip bunubilinçaltımıza yerleştirmeyi seviyoruz. Yeni yıl, geçmiş yıllarda yapamadığımız, başaramadığımız hayallerimizin bilinçaltından çıkıp tekrar hayal kurmanın verdiği enerjidir.
    Yeni yılda herkesin dileği, istemi farklıdır. Kimisi sağlık, huzur sevgi, isterken kimisi de ev, araba para ister. Hayallerimizin sınırı yoktur. Bizler şartlarımızı zorlayan uç noktadaki hayallerle yeni yıla girerken hastanede, hapishanede madenlerde, kısacası zor yaşam koşulları içinde olan insanların hayallerini hiç düşünmeyiz. Hasta yatağında yatan bir insan yeni yıla kolunda serumsuz sağlıklı girmeyi hayal eder. Hapishanedeki insan ailesiyle geçireceği yeni yılın hayalini kurarak demir parmaklıklar arkasında mavi gökyüzünü görmeye çalışır. Tüm bu istem ve arzularımızın temel sebebi; iç huzurumuzun eksik olmasıdır. Yeni yıl işin bahanesi olur ve yeni yıldaki hayallerimizle sadece iç huzurumuzu rahatlatma çabasıdır.
   Çocukluğumuzda yeni yıla girerken büyüklerimiz birbirlerine iyi temennilerde bulunurdu. Herkes ailesi sevdikleri ve yakın çevresi için maneviyat içeren hoş sözler söylerdi. Şimdilerde insanlar genelde şahsına yönelik maddiyat içeren dileklerde bulunuyor. Dileklerinsınırı kalmadı. İnsanlar aileleri ile birlikte genelde ev ortamında yeni yılda nasıl zaman geçireceğini, eğleneceğini planlarken şimdilerde sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı bırakın yakınlarımızı düşünmeyi kendimizi dahi unutur olduk. Özellikle metropollerde işsizlik, iş stresi, trafik, mobing altında çalışma, ekonomik kaygılar vs. yoğun kaygı duyup kendimizi dahi unutur olduk.
   2019 yılının son günlerinde yeni yıla sesleniyorum;  hoşça gel ve hoşça kal bizimle…
   Öyle bir gel ki; masum çocukların ölmelerini, tacize uğramalarını engelle! İnsanların yüreğine sevgi, merhamet ve şefkat koy, vicdanlarını sızlat, sızlat ki yanlışlardan uzak dursunlar. Aç yatan komşusuyla bir lokma ekmeği paylaşmayı bilsinler.
   Öyle bir hoş gel ki; kadın cinayetleri tacizleri son bulsun. Hatta insanın insana yaptığı şiddet ve hatta insanların tüm canlılara yaptığı eziyet son bulsun. Hayvanlar doysun, ağaçlar bitkiler rahat nefes alsın. Özgürce korkusuzca köklerini salsınlar toprağa, dallarını uzatsınlar gökyüzüne.
   Gel yeni yıl! Hoş gel ve insanlara duygu-düşüncelerini özgürce ifade edebilme şansı ver. Utanıp sıkılmadan, ulu orta yerde hıçkıra hıçkıra ağlayabilsinler sevinçlerini. Küçücük bir şeyden mutlu olup evreni çınlatacak kahkahalar atabilsinler. Birbirlerini en önemlisi hayatı sevsinler, daha çok sevsinler. O kadar çok sevsinler ki; bir karanfili koklamasını kaldırım kenarında açan bir papatyayı seyredip mutlu olmasını bilsinler. Bir şarkıya eşlik edip ritim tutabilsinler.
   Hoş gel hoşça kal yeni yıl. Sevgisizlik duvarlarını kaldır aramızdan, tüm sevdiklerimizle dolu dolu yaşat hayatımızı. Bir parçada olsa sorumluluklarımızdan uzaklaşıp, kendimiz için yaşamayı öğret bize. İhanetlerden uzak tut bizi, vefasızları çıkarma karşımıza. Hastane kapılarında şifa bekleyenlere, mahpus damlarında haksız yere kalanlara umut ol, çare ol aydınlat dünyamızı. Egoist gözünü hırs, para vemakam bürümüş insanlara ışık ol, yüreklerine vicdan koy. İlmek ilmek nakış gibi sevgi yükle yüreğimize. Bize daha çok sevmeyi öğret. Bir çocuğun acı dolu çığlığıyla, yüreği yanan bir ananın feryadı, isyan dolu ağıtlarıyla değil kuş sesleriyle uyandır bizi. Top, silah, tüfeğe dur de, savaşlara son ver.
   Ya hoş gel, hoşça kal bizimle ya da al bu dünyadan tüm insanlığı; al ki doğa dengesine kavuşsun. Papatyalar boynunu bükmesin, gelincikler yaprak dökmesin, baharda açsın kardelenler.
    En önemlisi sen önce çocukları yaşat. Yaşat ki gülüşleri yankılansın insanların yüreklerinde.




http://www.urfanatik.com/hos-gel-yeni-yil-hosca-kal-makale,1468.html

21 Kasım 2018 Çarşamba

NERDE O ESKİ VEFALAR VEFALI İNSANLAR

NERDE O ESKİ VEFALAR VEFALI İNSANLAR


Sonbahar ağaçları gibidir hayat; her gün bir yaprak düşer ömrümüzden. Hızla akıp giden rüzgâr, hatta fırtına gibi hızlı geçen yaşamımızda insanlardan beklediğimiz en önemli unsur güven duygusudur. Bunun akabinde gelişen, olgunlaşan ve beklenilen vefa olgusu bizi birbirimize bağlar. Aile içerisinde vefa daha yoğun yaşanır. Çevremizdeki insanlarla her zaman güven çerçevesinde bütünleşip vefa duygusunu sağlıklı yaşayamayız.
    Temelinde güven olan ilişkilerde sadakat oluşur, vicdanla birlikte vefa duygusu devreye girer pekişir. Günümüzde ilişkiler daha çok maddi çıkar temelli oluştuğu için vefakâr insanların sayıları her geçen gün azalmaktadır. Vefasız insan egoist ve benmerkezci davranır. Dünya etrafında dönüyor sanır, öyle olsun ister. Empati yeteneği kaybolur, önce kendi rahatlıkları çıkarları önemli hale gelirve yüreğindeki merhamet duygusu kaybolur. Karşısındakinden sürekli beklenti içerisine girer çıkarına ters düşen durumlarda agresifleşir, saygısızlaşır başka bir karakterle karşımıza çıkar. O saatten sonra haddini fazlasıyla aşan bu kişiye ne yaparsanız yapın laf anlatamaz, doğruyu gösteremez, haklı olduğunuzu kanıtlayamazsınız. Çıkarlarına ters düşmüşsünüzdür bir kere... Tüm planlamalarını kendi çıkarları doğrultusunda düşünür ve uygular. Siz bu durumu fark ettikçe zamanla uzaklaşırsınız hatta nefret duygusu beslemeye başlarsınız.
    Köylerden metropollere göç arttıkça insanlar merhamet, duygudaşlık, adalet, vicdan vs. duygularını neredeyse tamamen kaybederek çıkar ilişkileri kurarak vefa duygusundan uzaklaşıyor. Büyük şehirlerdeki yaşam savaşı ekmek kavgası sanki bunun üstüne kurgulanmış şekilde devam ediyor.
    Bazen en çok ekmek yedirdiğiniz insan en büyük düşmanınız olabiliyor. Sizin iyi niyetinizle yaptıklarınızı zamanla göreviniz olarak görüp istemeyi kendinde hak görerek arsızlaşıp yüzsüzleşebiliyorlar. Günümüzde büyüklerimiz  “vefa kalmadı, nerde o eski vefalı insanlar” derler, çok duyarız bu cümleyi. İşin daha da garip yanı bu cümleyi en çok vefalı doğru insanlar değil vefasız karakteri bozuk insanlar kullanır.
   Vefalı insan çevresindeki insanları taşımayı bilir. Sömürülmeye ve kullanılmaya müsaittirler. Vefalı insanlar vefasızlara karşı dik durmalı ve ödün vermeden ilişkilerine devam etmelidir.
   Peki, neydi vefa? Anneannemizden kalan bir çay takımının düşüp kırılmasına çok üzülmek mi?
   Bir dostunuzun işleri bozulduğunda üzülüp elinizden geldiğince destek olmak mı?
   Şartlardan dolayı uzun süre görüşemediğin arkadaşının doğum gününü hatırlayıp aramak mı?
   Neydi vefa!
   Karşındakini kişisel olarak sevmesende saygı duymaktır vefa.
   Komşun açken tok yatmamaktı vefa. Sokak hayvanları aç susuz dolaşırken onları doyurmaktı.
  Her sabah uyandığındabir kez daha güneşi gördüğün için hayata yaratana teşekkürlerini sunmaktı.
  En sevdiğin kitabı kitap alamayan çocuğa hediye edip gözlerinin içindeki ışığı görmekti.
  Ekmeğini bölüşmek, bir fincan kahveye kırk yıl değil ömürlük hatır biçmekti.
   Vefa; imkânlar doğrultusunda hatta şartları zorlayarak vicdanlı yüreğindeki sevgi merhametle dostların hatırlamak sormak ihtiyaç halinde yardım etmekti.
   Vefa; insan gibi insan olmak, adam gibi adam olmaktı.
   Vefalı dostlarınızın artması ve kaybetmemeniz dileğiyle…
   Sevgiyle kalın

http://www.urfanatik.com/nerde-o-eski-vefalar-vefali-insanlar-makale,1428.html

3 Kasım 2018 Cumartesi

EĞİTİME DESTEK

EĞİTİME DESTEK
Doğduğu andan itibaren başlar insanin öğrenmesi. Bu devinim ölene kadar devam eder. Yaşanılan süreçte neler öğrendiniz, kendinize neler katabildiniz yaşanılan coğrafyada sosyal ve kültürel süreçte önemli rol oynar. Verimli çalışmak yaşamak, üretken olarak insanlığa faydalı olmak bireysel yasamda devam eden sosyal süreçlerle doğru orantılıdır.
Kız çocuklarının okula gönderilmeme konusu sadece ülkemizde; değil dünyanın az gelişmiş birçok ülkesinde sıkça görülmektedir. Ülkemizde çocukların okullaşamama oranı batıdan doğuya gittikçe artış göstermektedir.Kadınlarda okuma yazma oranı en düşük bölgesi Güneydoğu Anadolu bölgesi olduğu tespit edilmiştir.Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı, siyasi ve coğrafik şartlarından dolayı kız çocukları okutulmamış ya da ilkokuldan sonra okuldan alınmıştır.Anaokuluna gidemeyen liseyi okuyamayan çok sayıda kız çocuğu olmakla beraber ilkokula dahi gitmeyen azımsanmayacak sayıda kız çocuğu varlığı bilinmektedir.
Ülkemizde eğitim çağındaki hiç okula gidememiş, çeşitli nedenlerden dolayı eğitimi yarım kalmış çocukların eğitim hayatlarına devam edebilmeleri içini Sivil Toplum Kuruluşları, kurum-kuruluşlar bir çok projeler üretti destek kampanyaları düzenledi.Sonuçlara bakılırsa istenilen hedeflere ulaşılamadı.
Ebeveynlerin okula ve eğitime bakışları sebebi ile birçok çocuk ırgat olarak tarlada çalışmaktadır. Bu ve benzeri zihniyetler toplumsal gelişimin önünde bir engel olarak durmaktadır.
Geçmiş yıllara göre okuma yazma oranı artış gösterse de kız-erkek arasındaki oranın eşitlenmediği gözlemlenmiştir. Eğitim sistemimizde yapılan değişiklikler ümit verse de kız çocuklarının okumasında istenilen hedefler gerçekleşmemiştir. Bir ülkede refah seviyesinin artması yaşam standartlarının, yükselebilmesi için devletin halkına eşit oranda eğitim imkânları sunması ve zorunlu hale getirmesi gerekmektedir. Hatta çocuğuna eğitim aldırmayan aileler için teşvik edici belli cezai yaptırımla uygulanmalıdır. Sosyo-ekonomik nedenlerden okula gidemeyen çocuklar için özel programlarla okuryazar hale getirip meslek edindirme programlarıyla yeteneklerine göre meslek edindirilerek topluma kazandırılmalıdır.1980 sonrasında başlatılan okuma-yazma kurslarında okuma yazma öğrenen kadın oranı erkeklere göre daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Yıllardır yapılan birçok kampanyalarda kadın-erkek okuryazarlığı artış gösterse de kadın sayısı erkeklerden hep düşük kalmıştır. Kırsal kesimlerde kadın erkek arasında ki fark daha fazla artış göstermektedir.
Kırsaldan kentlere göç oranı arttıkça okuma yazma bilmeyen kadınların en büyük sorunu haline gelmiştir. Metropollere göç ederek uyum sağlayarak yaşamaya çalışan kadınların çok daha büyük sorunlar yaşamaktadırlar. Yaşamlarını kontrol altına alamadıkları için süreci doğru yönetememekte ekonomik ve sosyal açıdan sıkıntılar yaşayıp çevresel faktörlerden daha çok etkilenmektedirler. Kadın toplumun temel taşıdır. Gelecekte ülkeyi bizleri yönetecek çocuklara kadınlar yön vermektedirler. Eğitim almış kadınlar çocuklarına cinsiyet ayırımı yapmadan çocuklarının eğitimine daha fazla önem verir. Eğitim almanın cinsiyetle alakalı olmadığını insani temel bir hak olduğunu bilir. Kendini ifade edebilen, kişisel ve toplumsal ihtiyaçlarını giderebilen özgüveni becerileri yüksek çocuklar yetiştirir. Kişisel becerileri doğrultusunda işinde başarılı olan hem kendinin hem ailesinin refah seviyesini yükseltir.
Çocuklarının eğitim alabilmesi için minimum rakamlarla hepimizin yapacağı çok şey mevcut. Çok küçük rakamlarla alacağımız bir hikâye kitabı bir çocuğun dünyasına renk katacak kendi dünyasından çıkıp hayatın gerçeklerini görmesini sağlayacaktır. Okudukça aydınlanacak başarmanın zevkini yaşayacak topluma faydalı bireyler olacak ve sağlıklı bilinçli nesiller yetiştirecektir. Çok küçük bütçelerle Sivil Toplum Kuruluşları, kurum-kuruluşların projelerine destek olabilir ya da bireysel destekte bulunabilirsiniz.
Elimiz taşın altına koyalım çocuklarımız için yapabileceklerimizi düşünelim. Küçük bir dokunuşla bir hayatı değiştirebilirsiniz. Bir kitap bile eğitimlerini sürdüren kız çocuklarımız için bir ışık olabilir. Son yıllarda bazı duyarlı eğitimcilerin okul kütüphanelerinin zenginleştirmek çabalarına bir kitapla da olsa destek sunabiliriz. Bu küçük dokunuşlarımız sayesinde Doğuda pusulu doğan güneşi kitap okuyan çocuklarımızla aydınlık güneşli günlere döndürebiliriz yeter ki küçük bir dokunuş yapabilelim.Ben yürekten buna inanıyorum sizde inanın lütfen.
Unutmayalım çocuklarımız geleceğimizdir…!

http://www.urfanatik.com/egitime-destek-makale,1400.html

11 Ekim 2018 Perşembe

ÖNYARGILARIMIZI BIRAKALIM


ÖNYARGILARIMIZI BIRAKALIM
Görmüyoruz; sadece bakıyoruz. Kendi içimizde sorguluyor, karara varıyoruz. Bir nevi yargısız infaz gerçekleştiriyoruz. Kişi ya da olayları detaylara inip nedenini öğrenmeden kendi düşüncelerimize göre sonuçlandırıyoruz. Adaletsiz bir şekilde düşünüyoruz ve önyargı ortaya çıkıyor. İşin daha da vahim tarafı yaptığımız yanlışın farkına varmıyoruz varamıyoruz. Zamanla da bu durum doğal hale geliyor. Beynimiz her şeyi normal olarak algılıyor.
Önyargılar zaman zaman kişinin yanında olmak, yapıcı ve olumlu düşünmek gibi olsa da genellikle olumsuz düşünceler ve yaklaşımlar olarak ortaya çıkar.Beynimize sinyalleri gönderirken neden, niçin ya da nasıl diye düşünmeden karar aldığımız için direkt yargılar, yıkıcı düşünceler içerisine gireriz.Önyargılar çoğunlukla davranışa hatta eyleme dönüşebilir.Süreç içerisinde olaylara ya da kişilere yönelik dışlamalar başlar.Kişilerin etnik kökeni, cinsiyeti, dili, dini, ırkı,mesleği, diploması hatta kazandığı gelirin rakamına mal varlığına bakarak  olayları dar bir çerçeveden yorumlarız.Bu doğrultuda alınan her karar bizi bir sonraki süreçte yanlış yola ve karara itiyor.Maalesef son dönemlerde toplum olarak her geçen gün önyargılarımız ciddi şekilde artış göstermektedir.Kendi egolarımız doğrultusunda hareket ettiğimiz için farklı tutumlar içerisine girip hem kendimize hem de karşımızdakine zarar verebiliyoruz.Olayları doğru değerlendirip beynimizin sınırlarını aşamıyor, bir noktada takılıp kalıyoruz.
Oysaki beynimiz mükemmel yaratılmıştır. Muhakeme etmeyi becerip düşüncelerimize doğru yön verebiliriz.Duygularımızı özgür bırakıp taraflı düşünmediğimiz vakit; yanlış düşüncelerden kurtulup doğruları görebiliriz.Mantığımızın sesini dinlediğimizde bize gerçeği gösterecektir.Biz ne şekilde düşünmek istiyorsak, beynimiz onu o şekilde tasdikliyor.
Önyargılarımızın hayatımızı nasıl etkilediğini doğru saptamamız gerekir.Aslında önyargılarımızın farkına varıp düşüncelerimize yön verip bu durumdan kurtulabiliriz.
Yalnızca gözlemimiz yetmiyor davranışlarımızı analiz ederek duygu ve düşüncelerimizi tartıp içimizdeki duygulara yön vererek önyargılarımızdan bir parçada olsa ruhumuzu arındırabiliriz.O zaman daha mutlu bireyler olacağız ve çevremize,topluma huzur, mutluluk ve güven vereceğiz..
İnsanlığın varoluşundan buyana ön yargı insanın tabiatıyla günümüze kadar varolan ancak hiçbir dönemde insanlıkla bağdaşmayan bir duygudur.Geçmiş yıllarda yaşandığı iddia edilen gelincik hikayesi ön yargılarımızdan arınmamız gerektiğini en güzel şekilde ifade ettiği için yazımla birlikte sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.Umarım sizlerde beğenir kendinize göre bir ders çıkarırsınız.


Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardı. Kadın, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başladı.
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmazdı. Her ne kadar vahşi bir hayvan olsa da, oldukça uysallaşmıştı. Gelincik kadını çok sevmişti.
Birkaç ay sonra, kadının çocuğu doğdu. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak oldukça zordu.
Günler geçti. Kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kaldı. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardı. Kadın, gelincik bebeğine zarar verir mi diye, aslında endişeliydi? Ama mecburdu. Aradan biraz zaman geçti ve anne eve geldi. Gelinciği ve kanlı ağzını gördü! Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırdı ve oracıkta öldürdü hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyuldu. Anne odaya yöneldi?. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı gördü…!  (Ken Blachard)
Einstein’in söylediği rivayet edilen bir söz var; “İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zordur.”
Önyargısız mutlu günler dilerim…



http://www.urfanatik.com/onyargilarimizi-birakalim-makale,1361.html

13 Ağustos 2018 Pazartesi

BİR MERMİYE BİR KİTAP; BİR ŞARJÖRE BİR FİDAN

BİR MERMİYE BİR KİTAP; BİR ŞARJÖRE BİR FİDAN
Hayattaki en önemli süreçlerden biri olan evlilik sürecinde alışmış olduğumuz yaşamı bırakıp bir başka hayata geçiş yaparız. Aileler heyecanla, neşeyle hazırlıklara başlar. Bölgenin kültürel, ailenin sosyo-ekonomik yapısına göre düğün merasimleri farklılık gösterir. İnsanlar kökeninde yaşadığı, öğrendiği gelenek ve görenekleri üzerine katarak çocuklarına aktarır ve düğün törenlerini organize ederler.
Keyifle, neşeyle başlayan bu özel günler bir anda anlamsız bir sebepten üzüntüye dönüp gülen insanların mutluluktan gözyaşlarına boğulmasına neden olur. Güzel hayallerle başlayan merasimler ayrılıklara dönüşür; kan ve gözyaşıyla son bulur. Düğünde huzursuzluk yaratıp kendi aralarında kavga çıkaran guruplar ya da zevke gelip anlamsızca havaya ateş açanlar genelde iki tarafın aileleri ve arkadaşları olur. Tartışma ve kavgalar bazen çiftleri fazlasıyla etkiler evlilik sürecinde zaman zaman aynı mevzular devam eder ve bir ömür dinmeyen huzursuzluklar yaşanır. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da olayların temel sebebi eğitimsizliktir. Yaşadıkları coğrafyanın alt yapısı ve kültürüne göre kişi düğünde havaya ateş açmayı erkekliğin gerekliliği paranın gücü, simgesi olduğu sanıyor. En çok mermiyi şuursuzca havaya gönderen en güçlü sayılmaktadır. Tabi magandalık havaya ateş açmakla bitmiyor; havai fişek ve benzeri ateşli, ses çıkaran ve tehlike yaratan maddelerin bilinçsizce kullanılması, araçlarla trafiğin kapatılması, araç camından havaya silahların ateşlenmesi, mahalle aralarında yapılan düğünlerin mahalle halkının hakkına tecavüz ederek geç saate kadar gürültülü bir şekilde devam etmesi gibi sayabileceğimiz birçok olumsuzluklar yaşanıyor. Yapılan tüm bu davranışlar toplumsal huzursuzluk yaratıyor, küçük ve ergen çocuklara emsal teşkil ediyor özendirici oluyor. Çocukların bilinçaltına yerleşiyor bir an önce büyüyüp silah kullanma arzusu yoğunlaşıyor.
Aslında işin özü insanların zayıf yönlerini kapatmak için silahla güç gösterisi yapıp ego tatminine gitmesi ve zamanla saplantı haline gelmesidir. Kişi zayıf noktalarını kendine itiraf edip özeleştiri yapmadığı için egosunu tatmin etmek amacıyla arayışlara girmektedir. Ben güçlüyüm, param var, delikanlı adamım mesajını çevresindekilere vermek için silahı kendine çözüm olarak görmektedir. Eğlendiklerini sanarak kendini tatmin etmeye kalkan magandaların başkalarının yaşam hakkını ellerinden almaya, onca gözü yaşlı hayatı kararmış insanlar bırakmaya ne hakları var?
Silahlar düğün sünnet vs. özel günlerde insanları öldürün, zayıf noktanızı gücünüzü boşaltılan şarjörle ölçün tavan yapan egonuzu tatmin edin diye üretilmedi. Varlığınızı gücünüzü kanıtlamak için mermileri şuursuzca havaya bırakacağınıza delikanlılığınızı iyi güzel faydalı işlerle kanıtlayın. Duyarlı ve mantıklı olun, egonuza yenilmeyin. Sayenizde düğünler katliama dönmesin. Madem liderliği önderliği seviyorsunuz yaz dönemi düğün dönemiyken hemen başlayın. Misafirlerinize söyleyin düğünlere gelirken silah getirmesinler. Düğün evinin olduğu evin kapısına bir kutu konulsun silahı olan herkes bir mermi yerine kutuya bir kitap atsın. Toplanan kitaplar mahallenin, köyün okuluna bağışlansın ya da şarjör yerine bir fidan alınsın bir can toprağın altına anlamsızca gömüleceğine bir fidan gömülsün kanla sulanmış topraklara insanlığa yüzyıllarca fayda sağlasın.
Bölgelerde liderim, aşiretim, önderim diyenlerin bu girişimlere öncülük etmesi gerekiyor. Öncelikle kendileri bu işe son verip çevrelerindeki insanları silah bırakmaya yönlendirmeleri, bunca acıdan, kan, gözyaşından sonra silahla bir yere varamayacaklarını anlamış olup halka örnek teşkil etmeleri gerekiyor.
Düğün evini yas evine dönüştürmeyin. Acı dolu ağıtlar yakmayın, yurdum türküleri söyleyin keyifle zevkle. Gencecik hayatları egolarınız uğruna söndürmeyin. Dikin fidanları fidanlar dönüşsün ormana alın elinize kitapları oturun ağaç gölgesine sevgi, barış huzur hâkim olsun. Haydi! Şimdi uzatın elinizi belinde silah taşıyanlara, çevirin rotanızı huzura, şefkate, sevgiye…
Dönüşsün bir mermi bir kitaba bir şarjör bir fidana…
Daha ne olsun!
Tüm esenlikler sizin olsun.
http://www.urfanatik.com/bir-mermiye-bir-kitap-bir-sarjore-bir-fidan-makale,1283.html

11 Ağustos 2018 Cumartesi

...hayretler içerisinde kaldım

...hayretler içerisinde kaldım
Meğerse ne çok aldanmışım
Nasıl bıraktıysa beni
Giderken anladım yüreğinin rengini...
Anlaşılan sadece özlemek için sevmişiz
Yalnızca düşünmek için....
Kavuşmak mı!
O da bir hikaye işte...!











25 Temmuz 2018 Çarşamba

EZ KURBAN KEKOM


EZ KURBAN KEKOM
Güneş umudun rengiyle bahar doğaya hayat veriyordu kadim Mezopotamya topraklarında, sıcak bir yaz günü öğlen güneşinde tarlada ırgat olarak çalışan Hasan ve ailesinin üzerine sıcaklığını cömertçe serpiyordu. Marabalık coğrafyanın kaderinde vardı. Kundaktayken başlardı Ezo’ların, Zini’lerin, Memo’ların kaderi, çalışmak yaşamaktı. Hasan üç kız üç erkek kardeşten en küçük erkek kardeşti.Büyük ağabeyi yıllar önce çocuk yaşta evlendirilmiş çoluk çocuğa karışmıştı.Küçük abisi dört aylık evli ve eşi iki aylık hamileydi.Baba kızların birini yüksek bir baslık parasına vermişti lakin ekinleri kaldırmadan evlensin istemiyordu, kadın kölelik sınıfının bir üyesiydi..Geleneklere göre yeni evlenen abisinin eşi tarlaya getirilmiyor evde yemek ve temizlik yaparak ailenin tarladan gelmesini bekliyordu.
   Hasan yaşadığı hayatı kabullenmiyor, bir yerlerde farklı bir yaşamın olduğuna karın tokluğuna çalışmanın bir kader olmadığına inanıyordu. Köy halkı yaşadıkları dünyanın sadece o köyden ibaret olduğunu zannediyordu.. Hasan, bir kaç defa farklı bir yaşamın olduğunu söylemiş okuduğu kitaplardan farklı yaşamları anlatmıştı ailesine, her defasında sözü kesilmiş, kimse onu anlamaya çalışarak dinlememişti. Hasan fırsat buldukça ağanın gözünden uzak köy okulu öğretmeninin yanına gidip büyük şehir hikayelerini dinliyordu.Öğretmen denizi, martıları, sosyal yaşayan insanları, üniversiteleri, arkadaşlıkları anlattıkça Hasan hayallere dalar yüreğindeki okuma azmi hırsı artardı.Hasanın ailesinde kızlar ve büyük ağabeyi okuyamamış diğer ağabeyi 2 sene sadece harfleri öğrenebilmişti, anadil de sorundu kara taşlı topraklarda.Hasan lise son sınıfa gelmişti.Köyde lise olmadığı için ilçedeki liseye gitmek zorunda kalmıştı.Yokluktan ve çaresizlikten okula düzenli gidemiyordu.Bahar aylarında tarla işleri başladığı için okulda devamsızlığı artıyordu.Duruşu, saygısı, terbiyesi ve çalışkanlığı sayesinde öğretmenlerinin gönlünde yer etmişti.Öğretmenler Hasan’ın liseyi bitirebilmesi için ellerinden gelen çabayı özveriyi gösteriyorlardı.Ağanın baskıları arttıkça Hasan’ın okuma azmi artıyordu.Okuyacak öğretmen olacaktı.Köyüne gelip köy okulunda öğretmenlik yapacak ağanın baskılarına karşı dik duracak dik durmayı öğretecekti.Annesi ağanın eşi çağırdığı zaman mecburi temizliğe gitmeyecekti.Okuyacaktı ve köyde ki çocuklara ağanın çocuklarının eziyet etmesini engelleyecek insanlığa faydalı birey olacaktı, idealist bir öğretmendi hayalleri..Tarladan kalan zamanlarında tüm enerjisini üniversite sınavlarına çalışarak geçiriyordu.Gaz lambasının önünde sabaha kadar ders çalışıyordu.Ailesi dahi hiç kimse Hasan’ın o şartlarda sınavı kazanıp öğretmen olacağına inanmıyor üstüne dalga geçiyorlardı.Hem kazansa dahi bu yokluk içerisinde Hasan nasıl okuyacaktı!
    Çalışma azmini gören öğretmenleri Hasan’a yardımcı oluyor çeşitli kaynaklar sağlıyordu ilçeye gidecek düzenli imkânları olmadığı için saman traktörleri, odun taşıyan kamyonlara binip derslere yetişmeye çalışıyordu. Tarlada ırgatlık, sene başlamadan alınan borçların katlarıyla ödenmesine yetmiyordu… Okul, ders, üniversiteye girme düşüncesi derken aylar birbirini kovalıyordu. Sınav günü geldi çattı. Hasan sınava girdi heyecanla bekleme süreci sona erdi ve Hasan sınavı kazandı artık öğretmen olma yolunda ilerleyecekti…
 Ağanın şımarık küçük oğlu Mehmet babasının gücünün verdiği rahatlıkla sürekli birileriyle kavga eder çevresindekilerin başını belaya sokardı. Daha on beşinde Mehmet belinde silahıyla gezer asalak yaşadığının farkına varmadan köylülere üstünlük sağlamaya çalışırdı. Kendi köyündeki çıkardığı tatsızlıklar yetmez zaman zaman komşu köylerde olay yaratır kavga çıkarırdı. Babası her defasında aşiret liderleriyle görüşür konuyu tatlıya bağlar olayların üzerini kapatırdı. Her yaşanan olay sonrası gariban bir köylünün suçsuz yere canı yanardı. Mehmet yine bir gün komşu köyde başını belaya soktu. Reşo ağa oğlunu dövenlerden intikam alacaktı. Ağaydı hükmetmeye alışmıştı intikam almadan nasıl duracaktı. Ağa köyün delikanlılarını evinin avlusunda topladı.”Ağanın oğlu kardeşinizdir bu aile şerefimize bir hakarettir, biz bunun altında kalırsak barınamayız bu topraklarda” diye talimat vererek bellerine silahları koyup köyün gençlerini komşu köye asalak oğlunun intikamını almaya gönderdi. Delikanlıların içerisinde Hasan’ın küçük ağabeyi de vardı. Ağanın sözü emirdi yerine getirmeleri gerekiyordu aksi takdirde ağa onlara ve ailelerine huzur vermeyecekti. Haberi alan karşı köy liderleri bir savaşa gidecek gibi hazırlanmıştı birkaç yere pusu atılmıştı. Köye yaklaşmış ilk havaya işaret fişeği gibi sıkılan kurşundan sonra kimin kime sıktığı belli olmayan mermiler uçuşuyordu adeta, karşılıklı bağrışmalar ve kavgayı büyüten aileler.Fırat emirle gittiği kavgada kanlar içerisinde yere yığıldı.Olsun ağanın oğlunun intikamı alınmıştı, uğruna kan dökülmüştü… Fırat’ın ölüm haberi düştü Hasan’ın sınav haberinin üzerine. Feryadı figan kara bulutlar sardı köyün üzerini. Elleri kınalı iki aylık hamile yeni gelin Ezo kaldı ortada. Törelere göre yeni gelin baba evine geri gönderilemezdi üstelik hamileydi Ezo. Töre emretti ağabey öldüyse bekâr kayın yani Hasan’la evlenecekti daha toprağı kurumayan abisinin eşiyle…
Bu töre neydi yasam bu kadar mı oynar hayallerle hayal kurmak suç mu kara taşlı kara bahtlı topraklarda.
 Oysa ki Hasan öğretmen olacaktı köyündeki çocuklara ışık saçacaktı…!





GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOÇUKLAR


          GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOÇUKLAR
‘Bizim zamanımızda farklıydı’ derler ya hep… İşte bizim zamanımızda sokaklarda terleyene kadar oynar, yorulduğumuz zaman hep beraber su içmeye –çeşmeye- giderdik. İçerken suyla oynar kahkahalar atardık. Oyun oynarken zaman öyle hızlı geçerdi ki gölgemiz yere düştüğünde gölgemizle bile dans ederdik.
Nerede kaldı o çocukların masumiyeti? İsteklerini ya da ihtiyaçlarını nezaket çerçevesi içerisinde sözlü olarak dile getiren, annesinin gözünün içine bakıp annesinin yaptığı yüz mimikleriyle ne demek istediğini anlayan çocuklar… Kurdukları cümlelerle özgüven ile ukalalık arasındaki çizgiyi kaybetmeyen, isteklerini ağlamadan, tavır-tepki koymadan dile getiren çocuklar nerede! Bezden bebekleri, tahtadan arabalarıyla arkadaşlarıyla saatlerce evcilik oynayan, hatta en sevdiği oyuncağını arkadaşlarıyla paylaşan çocuklar…
Renkli televizyonların çıkmasından sonra, televizyonun yaygınlaştığı ve çok kanallı dönemin gelmesiyle beraber bile çocukların izleyecek belirli kanalları ve uyması gereken saatleri vardı. Ailenin planladığı uyku programına uyulur, erken saatlerde yatılır ve kalkılırdı. Oysa ki günümüzde anne ve babası uyuduktan sonra saatlerce televizyon ya da bilgisayar başında kalan çocuklarımız var.
Çocuklar için hazırlanan materyal ve programlarının  çocuğa artı katmayıp, materyallerin çocuğu eğitip öğretmesi gerekirken çocuk materyale değer katıyor, anlam yüklüyor.Örneğin en çok oynanan bilgisayar oyunu aşırı talep yüzünden satış patlaması yapıyor en çok kullanılan tablet, playstation vs.  cihazların fiyatı artıyor.Geçmişte ilkokul yaş grubu çocukları televizyonda  kendine özel hazırlanmış programı yirmi dakika en fazla yarım saat izlerken günümüzde çocuklar iki yaşından itibaren saatlerce cep telefonuyla oyun oynuyor bu da yetmiyor aileler ilkokul çağında çocuklara maddi değeri yüksek marka akıllı telefonlar, tabletler vb alıyor.Okul öncesi yaş gurubunda çocuklar özbakım becerilerini, kişisel gelişimlerini tamamlamamışken saatlerce cep telefonuna odaklanıp kalabiliyor.Oysaki çocuğun çevresindekilerle iletişim kurması, fermuarını çekmesini düğmesini iliklemesini ayakkabısının bağcıklarını bağlamayı öğrenmesi gerekir.Eskiden çocuklar daha çok okur ve daha iyi dinlerlerdi.Günümüzde kitap okumayan çocuk sayısı her geçen gün artış göstermektedir.Çocuklar dinlemeyi, düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı severken şimdilerde bireysellik ön plana geçtiği için kopyala yapıştırın kolaylığını da yaşayarak kendi dünyalarında hareket, görüntü, aksiyon artış gösteriyor.
Çocuklarımız artık doğayı tanımıyor.Çileğin ağaçta mı, tarlada mı yetiştiğini bilmiyorlar.Daha da vahimi markette yetişiyor cevabı veren çocuklarımız var.Geçmiş yıllarda bir kolejde ilkokul öğrencisine öğretmeni sınıfta  “jaguar”  nedir diye sorduğunda cevabı “araba” oluyor ve o marka aracın özelliklerini çok net ifade ediyor.Maalesef teknoloji arttıkça ve evlerimize girip başköşeye yerleştikçe çocuklarımızda hayvan, doğa, evren sevgisi kalmayacak ve tamamen robotlaşmış bir hayat yaşamaya başlayacaklar.Belki doktor avukat olacaklar ama merhametten vicdandan değerlerden kendi kültürlerinden uzak olacaklar.
Ebeveynler geçmişte yaşamadıkları eksik kalan tüm yanlarını çocuklarına vererek tatmin olmaya çalışıyorlar.Biz görmedik çocuğumuz görsün mantığıyla hareket ettikleri için yaramazlık ve şımarıklık arasında ki kontrolü sağlayamıyorlar.Özellikle çalışan anneler için durum daha da vahim.Anne çalıştığı çocuğuna yeteri kadar zaman ayıramadığı için çocuğunun her istediğini her dediğini yaparak annelik görevlerini yerine getirdiğini düşünerek manevi olarak rahatlama sürecine giriyor.Çocuğuna ne kadar zarar verdiğini, doyumsuz bir birey olarak hayata hazırladığının farkına varamıyor.Eksik bıraktığı sevgiyi, şefkati, ayıramadığı zamanı her dediğini yaparak giderdiğini tamamladığını düşünüyor.
Onların geleceği için mutlu birey olarak yaşamaları ve mutlu bireyler yetiştirmeleri adına hayatın zorluklarını öğretelim, gösterelim. Yaşanan tüm olumsuzlukların temel sebebi sevgisizlik olduğu için öncelikle sevmeyi öğretelim.Varlığı bilsinler ama yokluğu da öğretelim.Güç katalım, güven verelim  gücünü arkadaşını döverek değil ilimde bilimde kullanmasını öğretelim.Paylaşmayı, acıyı, merhameti , adaletli olmayı  öğretelim, hayvan sevgisi aşılayalım.Bir ağacın bir insan gibi canlı olduğunu anlatalım.Özentiler karşısında kendi kültürünü kaybetmesine asla izin vermeyelim. Çocuklarımızın özgüvenli, bilgi-birikim sahibi, vicdanlı, donanımlı yetişmeleri için onlara “hayır” demeyi  öğrenelim.
Unutmayın siz çocuğunuza kıyamıyorsunuz ama günü geldiğinde kıyacaklar çok olacak…

http://www.urfanatik.com/gecmisten-gunumuze-cocuklar-makale,1257.html


18 Temmuz 2018 Çarşamba

Oy Fate Ez Kurban…!

Oy Fate Ez Kurban…!
Fate yaşamı boyunca kim bilir kaç kez kendini kurban etmişti.Yarine , anasına, babasına, evladına..Fate’nin doğduğu coğrafyada yoksulluktan kaçışın yolu yoktu.Hayal kurmak lüks sayılırken yaşamında acılarla yoğrularak kendini kurban etmişti Fate yaşadığı coğrafyanın törelerine, kültürüne.Yokluk içerisinde doğduğu topraklarda başlamıştı Fate’nin bahtsızlığı sevgiden şefkatten yoksun, evin büyük kızı olmasıydı kısa ömrüne badireler sığdırmış on beşine gelmişti Selvi boyu, şimşek gibi çakan zeytin karası gözleri, al yazmasının altından beline kadar uzanan sevda kokan saç örgüleri ile dönemin artistlerine taş çıkartacak kadar kıskandıran bir güzelliği vardı. Babası kız çocuğunun okula gitmesini gereksiz bularak küçük yaşlarda tarlada ırgat olarak çalıştırmaya başlamıştı, bu Fate’lerin kaderiydi, onlar doğmadan yazılan. Akşam tarladan yorgun argın eve dönen Fate evde kardeşlerine bakar, yemeklerini yedirir üstüne birde ağabeylerinden dayak yerdi.
Kadın dövmek sıradan bir olaydı coğrafyada..
Köyün yağız yakışıklı delikanlısına âşık olmuştu. Tarladan dönerken gizli gizli bakışır geleceğe dair hayaller kurardı. Hayalleri çok kısa sürdü Fate’nin sevdiğine varamadı, sevdiği erkek törelere kurban edilmişti. Aile komşu köyde bir aileyle arsa anlaşmazlığına girer, silahlar konuşur ölümler yaşanmasın diye olay berdele kadar dayanır. Mustafa’nın ablası o aileye gelin verilirken Mustafa’dan beş yaş büyük evin kızı Mustafa’ya eş olarak getirilmiştir. Kaç kişinin umutları, hayalleri, geleceği bir karış toprağa feda edilmişti.
Fate’nin Mustafa’yla sevdası kurban edildi törelere…
Fate iyice serpildi, köyde herkes onun güzelliğini konuşuyordu.Babası kahvede köyün zengini Abdo ağanın engelli oğluna kesmişti Fate’nin sözünü masa başında verilen sözler bir insani hiçe sayan töreler,baba köyde tarlada otururken gururla kızını iyi şartlarda verdiğini anlatıyordu böyle bir anlaşma yaptığı için içten içe mutluluk duyuyordu,.Fate sesini çıkaramıyordu, oysa Abdo ağanın oğlunun hasta olduğunu tüm köy biliyordu, Fate umutsuzluğa yelken açıyordu acı denizinde,kadere isyan etse, itirazını dile getirse faydası yoktu biliyordu babası ve ağabeyleri karar vermişti .Aslında başlık parası, abisine silah, aile rahat geçim sağlasın diye bir inek beş koyuna satılmıştı Fate…
Düğün günü gelmişti zeytin karası gözleri ağlamaktan şiş, yüreği acıdan sızlıyordu. Düğün alayı kefen giymiş Fate’yi almaya geliyordu, atların nal sesleri evin dışından silah sesleri içinde geliyordu. Ağa düğünü koyunlar kesilir, köy halkı çağrılır sofralar kurulu davetler verilir, bir kuş sütü eksik kaldı deseler de ağa masalarına kuş sütü de konulurdu, gelen misafirlere yapılan hizmet bir gösterişe benzerdi, o kadar çok aç varken çevrede… Aşiret liderleri, karakol komutanı ve bir takım devlet görevlilerine özel hizmet ederdi marabalar..Büyük konağın bahçesi eli silahlı insanlarla doluydu atın üstünde titriyordu Fate… Tek göz bir ev ve bir konağa gelmek düşündü Fate neden herkes farklı yaşamlar yaşar diye. Havaya sıkılan kurşunlar belki de bir ailenin geçimini sağlayabilecek tutardaydı..onlara göre gücün, erkekliğin hava atmanın göstergesiydi. Zaman zaman kaza kurşunlarıyla biri ölse de yine de kendine göre gelenek saydıkları düğünlerde özel günlerde havaya ateş açma alışkanlıklarından vazgeçmiyorlardı. Bedi, Abdo ağanın zihinsel sorunları olan kumral, yeşil gözlü, Selvi boylu, iri yapılı sorununda dolayı hep acıdığı ve çok ilgilendiği oğluydu. Bedi olanları tam kavrayamayıp etrafına gülücükler saçarak bakıyor, elindeki boş silahla oynuyordu, yanında bir maraba sürekli ağzındaki salyayı temizliyordu. Davul zurna sesleri köyü inletiyor coşku arttıkça artıyordu. Bedi bir anda kendini kaptırmış halay çekenlere karışmış göz ucuyla beyaz kefen giymiş artık imam nikâhlı karısı olmuş Fate’yi seyrediyordu. Damlarda düğünü izleyen çocuk kadın sayısı artmıştı. Her geçen saniye silah sesleri artıyordu şuursuzca açılan birileri ölecek diye düşünen yoktu hem ölse de çok önemli değildi ağanın düğününe kurban olacaklardı. Birden yere ayağında körüklü siyah çizmesi, beyaz gömlekli, siyah yeleğiyle biri düştü ağanın yani başında ve bedi vurulmuştu.
Oy Fate ez kurban..
Yeni başlıyordu Fate’nin acı dolu hikâyesi.
Fate kim bilir kaç kez daha kendini kimlere nelere kurban edecekti…



http://www.urfanatik.com/oy-fate-ez-kurban-makale,1246.html

11 Temmuz 2018 Çarşamba

SİYASETTE KADININ YERİ

SİYASETTE KADININ YERİ
Kadın- erkek eşitliğinin tartışmaları yüzyıllardır devam etmektedir. Eşitlik ilkesiyle yola çıkılmış olsak da bazı mesleklerde erkek daha üstün kabul edilmiş bu doğrultuda meslek seçimlerimiz şekillendirilmiştir.
Toplumun gerçek anlamda gelişmesi iyi bir refah seviyesine ulaşması kadınların ve onların yetiştireceği çocukların doğrultusunda olacaktır. Kadınlar birçok meslek alanında zorluk yaşadıkları gibi dönemsel olarak siyasi alanda da zorluk yasamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. Cinsiyet eşitsizliği ile başlayan bu süreçte sosyo-kültürel-coğrafik durumdan kaynaklanan değer yargıları inançlar hatta töreler kadının yaşam şeklini tercihlerini belirlemiştir. Kadınların hayatlarına dair aldıkları kararlarda zaman zaman kendi istekleri doğrultusunda olsa da yetiştiği coğrafyanın kültürel değerleri durumu etkilemektedir.
Ülkemizde kadınlarımızın siyasette daha fazla yer almaları gerekir, kadınların siyasette az olmasının sebebi tercihleri değil bastırılmışlıklarıdır. İçerisinde bulundukları ortamda ya ezilmiş ya da asalak yaşamaya alıştırılmıştır. Kadınlar neden siyasette az görünüyor? Yıllardır tartışılan konu kadından siyasetçi olur mu? Beceremezler, fikir üretemezler, ekonomi yönetebilirler mi?Kadın iyi politika yapabilir mi? Kadın ekonomi yönetebilir mi? Oysaki kadınlarımız yıllardır tüm yükü sırtlayıp sorunlar karşısında strateji geliştirip problemin kaynağını araştırarak net kalıcı çözümler bulabilmiştir. Dar boğazda ekonomik şartlarda her gün tenceresini kaynatmayı başaran kadınlar sorunların ne olduğunu daha iyi görebilir ve çözebilir. Bir dönem etnik köken kökeni nedir? Başı kapalı bundan siyasetçi olmaz, bir dönem kadının yeri evidir saçı uzun aklı kısa, siyasete girerse evlenemez çocuk yapamaz evliyse ev yönetemez evine zaman ayıramaz şeklinde söylemlerde bulunularak girişimler engellendi.
Gelişmiş dünya ülkelerine baktığımızda siyasette kadının katılım oranı % 50’ lere dayanmaktadır. Ülkemizde katılım oranı bu rakamların çok altında kalmıştır. Kadınlarımız her ne kadar siyasette görüyor olsak da ne sayı olarak yeterli gelmiştir ne de istikrarını koruyabilmiştir.
Kadınlarımızın siyasette daha çok yer alması adına ülkemizde kısa vade de problemler çözülüp yaptırımlar uygulanmaya başlasa bile çok uzun yıllar geçmesi gerekiyor ki kadın erkekle eşit oranda aktif siyasette yer alabilsin. Ev hanımı komşusuyla altın günlerinde siyasi sohbet gerçekleştirerek ergen çocuklarına doğru politikayı anlatabilsin.
Kadınların siyasette daha fazla yer almaları adına partilere çok iş düşüyor. Öncelikle partiye kadın üye sayısını arttırıp potansiyeli olanları destekleyip belirledikleri geniş görüşlülük doğrultusunda yetiştirmelidirler. Partide kadın sayısı arttıkça güç artar güç arttıkça parti amacına daha kolay ulaşır. Kadının siyasete girmesi demek eline özendirme ürünleri verip kapı kapı gezdirip partisinin hedeflerini vaatlerini anlatarak oy toplamaya çalışması demek değildir.
Ayrıca hemcinsler birbirlerine destek vermelidirler kadınların bulunduğu platform, dernekler, STK vs. dini, ideolojik kültürel sebeplerden ya da egolarının yönlendirilmesinden birlik ve beraberlik içerisine giremediler kadınlara ayrıca destek sağlamalıdırlar. Birlik beraberlik içerisine girip siyasete girecek kadınları destekleselerdi bugün STK’ ların geldiği nokta daha farklı olacaktı. STK’ ların içlerindeki güçlü, siyasete yatkın kadınları seçerek partilerle işbirliğine girebilirlerdi. Aile, çevre, eş, iş destek vermediği sürece mecliste kadın erkek sayısı hiçbir zaman eşitlenmeyecek.
Unutmayalım kadın üretirse ülke gelişir refah seviyesi artar…


http://www.urfanatik.com/siyasette-kadin-yeri-makale,1235.html

10 Temmuz 2018 Salı

...... sorma yüreğimin sızısını

...... sorma yüreğimin sızısını
Mesafeleri mi ! Hiç hatırlatma
Bana gel deme gücüm yok gelmelere
En iyisi mi
Çık gel
Hadi çık gel....

Hayat çok kısa bekletmeyin sevdiklerinizi yarın çok geç olabilir...!

2 Temmuz 2018 Pazartesi

OYNAYARAK ÖĞRENSİNLER

OYNAYARAK ÖĞRENSİNLER
Eğitim, doğduğumuz andan itibaren başlar. Eğitim süresince ailelerin çocuklarına doğru şartlarda, kaliteli bir eğitim verebilmesi ve ailenin okulun paralelinde ilerlemesi çocukların fiziksel zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan gelişiminin sağlanması için çok önemlidir. Okul öncesi eğitim kurumları çocuğu hayata hazırlamada aileyi destekler; çünkü eğitim önce ailede başlar.
Okul öncesi döneminin en verimli bir şekilde tamamlanması için doğru kurumun seçilmesi çok önemlidir. Veli olarak bir anaokulundan beklentilerimizi doğru belirlemek ve bu beklentileri çocuklarımızın sınırının üstünde bir seviyeye taşımamak, bu süreçte kendi egolarımıza kapılıp çocuğu yanlış yönlendirip yıpratmamak ve okuldan soğutmamamız gerekir.
Anaokulu oyun oynama, oyunlarla öğrenme yeridir. Bir takım hırslara kapılıp çocuğumuzun kapasitesi üzerinde bir performans beklemek çocuğun gelecekte yaşayacağı sıkıntılara zemin hazırlamış olur. Öğretmenler çocukları oyun esnasında gözlemleyip değerlendirir ve onları daha iyi tanıma şansına sahip olurlar. Öğrenmenin en iyi gerçekleştiği alan oyundur.
Çocuklar oyun oynarken kendi rollerine bürünüp oyunun akışına kapılır giderler. Sahip oldukları karakterler onların tüm dünyası olur. Oyun sürecinde zaman zaman yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi dahi unutabilirler. Okul öncesi dönemde çocuklar yönlendirilmekten ya da talimatlardan pek hoşlanmazlar. Kazanımlar oyunla verilmeye çalışıldığında öğrenme daha sağlıklı gerçekleşir ve çocuk oyunlarında kendini bulur. Anne babalar çocuklarını anaokuluna verirken çocukların oyun sürecinde olduklarını unutup kurumun eğitim öğretimini sorgulamaya başlar.
Üç yaşını doldurmayan çocuklarının tuvalet eğitimi olmadığını ağzında emzik, elinde biberonla dolaştığını unutup İngilizceyi neden konuşamadığını sorgulayan ve öğretmenlerin nazikçe yaptığı açıklamadan da tatmin olmayan annelerimizin sayısı oldukça fazladır. Anaokulları okuma-yazma öğrenme, matematik problemleri çözme, üç beş kelimeyle yabancı dil öğrenme yeri değildir.
Bazı kurumlar okul öncesi dönemde çocuklara okuma-yazma öğretmeye çalışıyor. İşin daha da üzücü yanı veliler bu işi en iyi yapan okulu piyasanın en iyi anaokulu diye düşünmeye başlıyor ve çevrelerine “çocuğum 4 yaşında okumayı söktü” diye çocuğunu gururla anlatıyorlar. Çocuğunun 1. Sınıfa başladığında yaşayacağı sıkıntıları ya düşünemiyorlar ya da göz ardı ediyorlar.
Oysaki 1. sınıfa başlayan öğrenci zaten sorunsuz şekilde okuma-yazmayı öğrenecek, ciddi bir sorun yaşamayacaktır. Çocuğun erken okuma-yazma öğrenmesi gurur duyulacak bir durum değil tam tersi sonraki yaşamında çocuğun yaşayacağı sıkıntıların belirtisidir. İlkokula başlama sürecinde doyuma ulaştıkları içi aktarılan bilgiler onlara yetmeyecek, dinlemeyi gereksiz bulacaklardır. Bu durumda ya kendi iç dünyalarına çekilecek ya da arkadaşlarının dikkatini dağıtacak davranışlar sergileyerek ciddi boyutta uyum problemi yaşayacaktır.
Okul öncesi dönemde çocuklarınızdan eğitim konusunda üstün performans bekleyeceğinize çocuklarınızla oyun oynayın, oyunlarla öğrenmesini sağlayın. Oyunla öğrenmesini gerçekleştirirseniz çocuğunuzun özgüveni, kendini ifade edebilme becerileri gelişir, zihin gücü artar, dil gelişimi ilerler kelime dağarcığı yaratıcılığı artar, neden-sonuç ilişkisi kurup gözlem yapmayı öğrenir, olaylara çözüm odaklı yaklaşır, paylaşmanın önemini anlar ve en önemlisi iç dünyasında pozitif, huzurlu ve mutlu olur. Bırakın çocuğunuz doyasıya oyun oynasın…


http://www.urfanatik.com/oynayarak-ogrensinler-makale,1222.html



































29 Haziran 2018 Cuma

DÖRT DUVARIN ARDINDA Kİ ÇOCUKLARA YAŞAM MASALI

DÖRT DUVARIN ARDINDA Kİ ÇOCUKLARA YAŞAM MASALI
URFANATİK YAZARI ARZU KILIÇ, OYUNCU-YAZAR CEMAL USTAOĞLU ISLAH EVİNDE Kİ ÇOCUKLARA YAŞAMDAN MASALLAR ANLATTILAR
Son yıllarda Türkiye genelinde madde bağımlığı yaşı 12 yaş gurubuna kadar düşmektedir. Aile içi iletişimsizlik, ekonomik, sosyal nedenlerden dolayı, madde bağımlısı olup suça sürüklenen çocukların tekrar topluma kazandırılması amacıyla, suça sürüklenip İstanbul Maltepe Çocuk ve Gençlik İnfaz Müdürlüğünde bulunan 12-18 yaş arası çocuklara yönelik çeşitli sosyal, kültürel ve sanatsal etkinlikle yapıldı.
Türkiye’nin güçlü Eğitim kurumları arasında haklı bir isim etmiş Özel Ersev Okulları “sosyal sorumluluk” projesi kapsamında Maltepe Çocuk ve Gençlik Koruma ya yönelik sosyal ve kültürel etkinliklerinin ilki gerçekleştirdi.urfanatik, gazete ve internet sitesi yazarı Arzu Kılıç, dört duvarın ardında olan çocuklara yaşamdan masallar anlattı.
Okul idarecileri, madde bağımlılığı yüzünden suça sürüklenmiş, çocuklarla ilgili Adalet Bakanlığı iş birliğiyle, yapılacak çalışmalar hakkında basın kuruluşlarına gönderdiği yazılı metinde şu bilgilere yer verdi ”Halen Maltepe Çocuk ve Gençlik İnfaz Müdürlüğünde bulunan 12-18 yaş arası çocuklara yönelik etkinliklerde, onları topluma kazandırma, dış dünyayla iletişim kurabilmelerini sağlama, birey olarak kendilerini ifade edebilmelerine yönelik çalışmalar yapılacaktır. Programda Psikolog Altan Susaruğur Madde Bağımlılığı ile ilgili seminer verdi, Oyuncu-yazar Cemal Ustaoğlu ve ERSEV Okulları Kurumsal İletişim Sorumlusu, Urfanatik yazarı Arzu Kılıç tarafından interaktif Masal Atölyesi kapsamında güneşe hasret çocuklara güneşin tüm sıcaklığını anlatıp yaşama sevinci açıkadılar..


http://www.urfanatik.com/genel/dort-duvarin-ardinda-ki-cocuklara-yasam-masali-h84488.html
http://www.irfangazetesi.com/haber/2282/dort-duvarin-ardinda-ki-cocuklara-yasam-masali.html


http://www.guneydoguguncel.com/suca-suruklenen-cocuklar-topluma-kazandiriliyor/









25 Haziran 2018 Pazartesi

... oysa ki



... oysa ki yüreğimdeki beni
bendeki seni hissedebilseydin
o zaman tereddütsüz gelirdin...
Gelir gözlerimin içine bakar bulurdun gerçek seni..






Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, okyanus, su, yazı, doğa ve açık hava