Siverek'te yetişen ters laleler pazar bulamazken, yetkililer yurt dışından lale soğanı getirmeye devam ediyor.... Neden acaba??
30 Aralık 2014 Salı
SİVEREK NARI
Siverek’te bulunan nar bahçelerinin ne kadar meyve verdiği tam olarak bilinmediği halde, ortalama on bin ton nar üretimi yapıldığı tahmin ediliyor.Resmi olarak üretimin hepsini kayıt altına alamadıkları için net rakamı kimse bilmiyor.
Betonlaşma yüzünden yetişen bu özel narlar şire üzümleri gibi yok olma tehlikesi altında.Pazar yaratamadıkları için ev hanımları evlerinde narları ayıklayarak nar ekşisi yapıp satmaya çalışıyorlar.Binbir zahmetle hazırladıkları nar ekşilerini şişelere doldurup satarak ev ekonomisine katkıda bulunmaya çalışıyorlar.Kabukları ve çekirdeği vitamin değeri yüksek olduğu için hayvan yemi olarak kullanıyorlar.
Betonlaşma yüzünden yetişen bu özel narlar şire üzümleri gibi yok olma tehlikesi altında.Pazar yaratamadıkları için ev hanımları evlerinde narları ayıklayarak nar ekşisi yapıp satmaya çalışıyorlar.Binbir zahmetle hazırladıkları nar ekşilerini şişelere doldurup satarak ev ekonomisine katkıda bulunmaya çalışıyorlar.Kabukları ve çekirdeği vitamin değeri yüksek olduğu için hayvan yemi olarak kullanıyorlar.
SİVEREK ŞİRE ÜZÜMÜ
Siverek'te binlerce dönümlük alanda üzüm bağları bulunmaktaydı, bu bağlardan toplanan şire üzümleriyle pekmez, kesme, kırma ve cevizli sucuk yapılırdı.Üzüm bağları yok olmak üzere.Yöre halkı bağcılığı bırakmış durumda, bırakmayanlar ya evinin kışlık yemişini hazırlamak için ya da yılların alışkanlığı olduğu için devam ettirmekteler.Bağların sayısı yok denecek kadar azalmış durumda.Biz zamanlar ilçede 16 çeşit üzüm yetiştirilirken şimdilerde üzüm alırken esnaflar Maraş’mı? Adana’mı? Hangisi diye soruyorlar.Oysa ki Siverek’te Siverek üzümünden başka bir şey olmazdı.
Güzelim üzüm bağlarının yerini beton binalar almış.O binaların oralara nasıl dikildiği de ayrı bir konu…!
Bağcılığın ölmemesi gelişmesi adına “Şire Festivali” düzenlenmiş ama gereken desteği alamadığı için beklenen başarı, istenilen sonuç elde edilememiştir.
Yakında birileri bunu keşfeder ve elimizden alır diye düşünüyorum. (Hollanda’lının laleyi götürmesi, şıllık(şolliki) tatlısının Amerika’da işlenip waffle olarak dönmesi gibi bir çok örnek sayabiliriz)
Güzelim üzüm bağlarının yerini beton binalar almış.O binaların oralara nasıl dikildiği de ayrı bir konu…!
Bağcılığın ölmemesi gelişmesi adına “Şire Festivali” düzenlenmiş ama gereken desteği alamadığı için beklenen başarı, istenilen sonuç elde edilememiştir.
Yakında birileri bunu keşfeder ve elimizden alır diye düşünüyorum. (Hollanda’lının laleyi götürmesi, şıllık(şolliki) tatlısının Amerika’da işlenip waffle olarak dönmesi gibi bir çok örnek sayabiliriz)
25 Temmuz 2014 Cuma
ŞEMSİ NİNE
Şemsi Ninenin 100 Yıllık Kayıllığı
Şemsi gelin, kadınlar, arasına karbon konulmuş bir yaşam tarzının ismi değiştirilmiş kahramanı. Maraşın Göksu ilçesinde başlayan bu yaşam yalnız onun değil, yörenin tüm kadınlarının kaderleri. Adet görmeden evlendirilme; şiddet; gönülsüz evlilikler.
"Çekmeyen avrat olamaz", yani evinin kadını olabilmek, çile çekmekti kısaca.. yani erkeğin dayağına katlanmak, yani her türlü şiddete karşın evini terk etmemek, birlikte yaşadığı ev halkına, kaynana ve kayınbabaya itaat etmek, kayınlarına öz kardeşi gibi bakmaktı.
Yalnız bunlar değildi elbette avrat olabilmek, o olunması çok zor, ama her kadının olmak zorunda olduğu biçim...
Eğer kocası genç yaşta ölürse evin büyüklerinin aldığı "Bizden gelin dışarı çıkamaz" kararına uyacak; o öz kardeşi gibi baktığı, öz kardeşi gibi gördüğü; çocuğu yaşında bile olsa; evdeki kaynı ile bir yastığa baş koyacak; aynı yatağı paylaşacaktı. Yaşadıkları onca kötü olayları asla evden dışarıya sızdırmayacak, aile sırrına sahip çıkacaktı.
Tarlada çalışacak, saban çekecek, oduna gidecekti; tarlayı ekecek, eve geldiğinde çamaşırı bulaşığı yıkayacak, yemeği yapacak; neredeyse senede bir defa da doğuracaktı.
Şemsi Sevgili'nin 100 yıllık kayıllığı (*)
Uğradığı her türlü haksızlığa rağmen sesini yükseltmeyecek; yaşadıklarını bir sır gibi içinde tutacak; kendi ailesine bile sızdırmayacaktı, yoksa avrat olunur muydu? Avrat olmak böyle bir şeydi işte, 100 yaşındaki Şemsi Sevgili'nin gençlik yıllarında..
Daha adet görmeden evlendirildiği 100 yıllık yaşamının en kötü anısı, eşi ölünce kaynıyla evlendirilmesiydi Şemsi Sevgili'nin.
"Kayıl değildim vallahi kızım. Ha kaynım, ha kardaşım" diyordu neredeyse bir asır önceki yaşamının en berbat olayını anlatırken.
Kardeşi gibi gördüğü, aynı evi paylaştığı, kendisinden küçük kaynıyla bir yastığa baş koymak, aynı yatağı paylaşmak, ona yaşadığı her şeyden daha çok ağır gelmişti...
Adet görmeden evlendirilmişti
Kaç yaşında evlendirildiğini kendisi bile hatırlamıyordu. O günlere dair hatırladığı tek şey daha adet bile görmeden evlendirilmiş olmasıydı. O kadar küçüktü yani. Daha kadın olmadan kadınlık işlevlerini yerine getirmesi istenmişti ondan.
Kendisini görmüşlerdi 'müşterileri' ve oğullarına beğenmişlerdi. Bir kahve vermişti onlara, çay yoktu o günlerde. Bütün yaşamını paylaşacağı, birlikte geçireceği kişiyi hiç görmeden, büyüklerin rızasıyla kendisine eş kabul etmişti. Bir yıl nişanlı kalmış ama, bir gün bile görmemişti bir yaşam geçireceği kişiyi Ta ki düğün gecesine kadar...
Bir ata bindirdiler küçük Şemsi gelini, boynuna iki altın taktılar. Yanına da ağanın iki gelinini verdiler. Gelinliğiyle girip, kefeniyle çıkacağı, avrat olacağı evine götürdüler.
12 yaş küçük kaynı ile evlendirilme
İki çocuğu olduğunda kocası attan düşüp kaburgasını kırdı, bir yıl geçmeden de öldü. Doktor mu vardı o yıllarda...
İşte sonra hiç "kayıl" olmadığı ikinci evliliğini, "Ölürüz, gelinimizi dışarı çıkarmayız" diyen aile kararıyla, kendinden 12 yaş küçük kaynıyla yaptı Şemsi gelin. 'Müşterisi' de çoktu oysa...
Kocası demiryolu inşaatında çalışıyordu, Şemsi gelin de çift sürüyor, arabaya odun yüklüyor, tırpan çekiyor, tarlayı ekip biçiyor, yetmiyor, yün eğiriyor, ev işlerini yapıyordu..
Öyle şimdiki gibi çamaşır makinası mı vardı o yıllarda, çamaşırı elde yıkıyor, mayalı ekmek yapıyor, yanık yayıyor, çökelik topluyordu Şemsi gelin.
Ahırları da vardı Şemsi gelinlerin öküzler, davarlar, inekler vardı, ahır her gün süpürülür, hayvanlar her gün yemlenir, sulanırdı. İşte bu işler de Şemsi geline aitti.
Şemsi gelin:Karbon kağıdı konulmuş yaşam
"Çocuk karnımda her işi yapıyordum" dediği bu ağır işlerle, böyle bir yaşamın içinde yedisi oğlan üçü kız; arada ölenler de hariç on çocuk doğurdu kendi kendine Şemsi gelin, ebe yoktu o yıllarda... Bir gün doğurur, ertesi gün işe koyulurdu... Şimdiki gibi loğusa yatmak, dinlenmek mi vardı?
İşte böyle bir yaşamdı Şemsi gelinin yaşamı. Kahramanmaraş'ın Göksu ilçesinde başlayan ve bugün Adana'nın Levent mahallesinde süren bu yaşam; yalnız Şemsi gelinin değil; yörenin tüm kadınlarının başından kabul ettikleri kaderleriydi. Kadınlar, arasına karbon konulmuş bir yaşam tarzının ismi değiştirilmiş kahramanıydı...
"Eskiden avratları çok dövüyorlardı" diyor Şemsi Sevgili, ama şiddet sadece dayak mıydı?
Şimdi 100 yaşında Şemsi nine, emekli olan torunları var. En küçük çocuğu torun sahibi olmuş.
Şemsi gelinden Şemsi nineye
Neler değişmiş kadınların yaşamında? Şemsi nineye göre çok şey değişmiş, "Şimdiki kadınlar kadın mı?" dedirtecek kadar, "Onlar iş mi yapıyor, her şeyi makine yapıyor" dedirtecek kadar çok şey değişmiş kadınların yaşamında. Artık işleri kadınlar yapmıyor Şemsi nineye göre, çamaşırları makine yıkıyor, evi makine süpürüyor. "Eski işler nerede?" ona göre..
Evet Şemsi nine haklı, eskiye göre çok şey değişti. kadınlar okuyor, kadınlar, çalışıyor, kadınlar yaşamın her alanında olabiliyor. Ancak tercih edilmeleri için çok çaba harcamaları gerekiyor ve bazen bu çaba da yetmiyor.
Kadınlar eğitimli de olsalar işyerlerine erkek elemanlar tercih ediliyor. Kadınlar eğitimli olsalar da siyasette seçilecek sıralara erkekler geliyor. Mecliste gurubu bulunan tüm siyasi partilerin bir tanesinin bile il başkanının kadın olmaması; meclis sıralarında kadınların hak ettikleri düzeyde temsil edilmemeleri bir Türkiye gerçeği. Okullarda müdürlerin erkek olması da bir kader değil, başarılarının göstergesi ise hiç değil.
Kadınların yaşamındaki değişmeyen oldu: şiddet
Kadınlar elde edeceği bir şey için çok çaba harcaması gerekirken, çok eğitimli olması gerekirken, aynı şeyi erkekler daha az çaba harcayarak, eğitimleri ise çok da fazla önemsenmeyerek elde edebiliyor.
Kadınların yaşamında değişmeyen bir başka şey şiddet, halen kadınlar şiddet görüyor. Kadınlar dayak yiyor, ekonomik şiddete maruz kalıyor ve en önemlisi de yine şiddetten korkarak, şiddetten kurtulmak için haklarını arayamıyor kadınlar çoğu zaman.
Kadınlar için gerekenler
Kadınların haklarını korumak için, kadınları şiddetten korumak için çıkarılan mevcut yasalar da yetmiyor çoğu zaman. Şiddet gören kadın, yeniden şiddet görmekten korktuğu için o yasalara başvuramıyor bile.
Kadının bütün bu haksızlıkların üstesinden gelebilmesi için, kadınların şiddet duvarlarını yıkabilmesi için korkusunu üzerinden atması; devletin yasalarla kadını desteklemesi ve sosyal güvenceye kavuşturması; kadınların kendisiyle ilgili çıkarılan yasalardan yararlanması gerekiyor.
Bununla ilgili her türlü bilgiyi alabileceği kadın derneklerinin varlığından haberdar olması gerekiyor.
ÇOCUK GELİN HİKAYESİ
O yıl, kış çok uzun sürmüş, yollar kapanmış, her taraf kar ve buz içinde kalmıştı. Dimdik duvar gibi kara kayalıktı Sarıca köyü. Soğuktan sarp kayalıkların oyuklarında saklanıyordu zavallı hayvanlar. Dağların doruklarında kar birikintileri gittikçe çoğalıyordu. Yaşamın tüm zorluklarına inat, insanlar, mutlu olmaya çalışarak, yinede tanrıya şükür ediyorlardı.
Hava kurşun gibi ağır, toprağın yüzü kırağılıydı. İnsanlar vapur dumanı gibi, ağızlarından buharlar çıkararak, zorlukla, soluk alıp veriyorlardı. Sular bile donmuştu.
Çocuklar evin içinde olmalarına rağmen, ellerini koltuk altına sokarak, ısınmaya çalışıyorlardı.
O akşam Ayşe'nin babası Bekir, erkenden eve, çalı çırpı toplayıp getirmiş, üstelik hiç bir zaman yakmadığı, odun sobasını da yakmıştı.
Ayşe, babasının sobayı yakmasını hayretle karşılamış, bir şey diyememiş, ahırda hayvanlara yem veren annesine, usulca durumu anlatmıştı.
Annesi "Bu akşam komşu köyden misafirlerimiz var, seni istemeye gelecekler onun için odanın içinin sıcak olması lazım' demişti. Henüz 15 yaşına yeni girmiş, Ayşe, annesinin bu sözü karşısında afallamış :
-Ne istemesi! Kimi istiyorlar ? diyebilmişti.
Annesi, "Seni istemeye geliyorlar, gelecek ay seni evlendireceğiz" deyince, henüz bir çocuk olan zavallı Ayşe, oracıkta yığılıp kalmıştı.
Annesi, "Hiç itiraz istemem, baban konuşup başlık parasını bile almış" dediği zaman, Ayşe, daha evlenmenin ne olduğunu bile, bilmiyordu.
Güzeller güzeli Ayşe, 15 yaşında olmasına rağmen, film yıldızlarını kıskandıracak kadar alımlı ve güzeldi.
Yanakları al, gözleri masmavi, olan Ayşe'yi genellikle 'Maviş' diye çağırırlardı. Her sabah sırtına kadar inen siyah saçlarını özenle tarar, bazen at kuyruğu gibi örerek, salına salına yürür, köydeki tüm gençlerin dikkatini çekerdi.
Kendisi güzel, ama kaderi çirkin olan zavallı Ayşe ne yazık ki, iki öküz tutarındaki başlık parasına, babası yaşındaki bir adamla zorla evlendiriliyordu.
Damadın kendisinden yirmi yaş büyük olduğunu ancak, evlendikten sonra komşulardan duymuştu. Karşı gelecek ne gücü, nede derdini anlatacak kimsesi vardı.
O tarihlerde köyde ortaokul yoktu. Köydeki çocuklar dört kilometre uzaklıktaki kasabadaki okula, yürüyerek gidip geliyorlardı. Çetin kış şartlarında kar, tipi demeden, çamurlu yollardan, derelerden, tepelerden geçerek, okula varıyorlardı. Bazen yollarda çamura batan ayakkabıları öyle bir ağırlaşıyordu ki, eve geldikten sonra saatlerce temizlemek zorunda kalıyorlardı.
Her ne kadar Ayşe 'Ben okumak istiyorum. Okuyup Hemşire olmak istiyorum' dediyse de kimseye derdini anlatamadı.
Babası, 'Okuyupta ne olacaksın! Okula artık gitmeye gerek yok. Hem bu kadar yolu hergün gidip gelmekten de kurtulursun. Karşı köyde Şexo diye biri var. Adam çok zengin. Seni ona verdim' dediği zaman. Ayşe'nin dizleri kırılmış, gözyaşlarına hakim olamamıştı.
O'nun tüm itirazlarına kimse kulak asmamıştı.
Nitekim, Ayşe zorla, babası yaşındaki bu adamla, evlendirilmiş ve hiçbir zaman mutlu olamamıştı.
Buna rağmen yinede "çocuklarımın babasıdır deyip", yıllarca kahrını çekmiş, ancak devamlı, baskı ve şiddet görmüştü.
Belki fazla çocuk doğurursam, kocam düzelir, bana şiddet uygulamaz, şefkat gösterir düşüncesiyle, sekiz çocuk doğurmuştu Ayşe kadın.
Dile kolay!
Tam sekiz çocuk...
Bu kadar çocuk doğuran bir kadında can mı kalır?
Nitekim, Ayşe kadın yıllarca tarlada ırgat gibi çalışmaktan, çocuklara bakmaktan yorulmuş ve amansız bir hastalığın pençesine düşmüştü. Ayşe kadın defalarca "hastayım" demesine rağmen kocası onu, doktora götürmemiş, hatta hiç ilgilenmemişti. Ayşe'nin hücreleri ölmeye başlamıştı, dayanacak gücü kalmamıştı. Çocuklar babalarına yalvarıyordu. 'Baba, lütfen annemizi doktora götür.'
Şexo gerek çocukların baskısı ve gerekse, karısının durumunun acil olması dolayısiyle nihayet bir gün insafa gelip, onu Van'daki bir hastaneye götürmüş, ancak hasta oradan başkent Ankara'ya havale adilmişti.
Yüksekova'ya bağlı, bir köyde yaşayan 8 çocuklu Ayşe kadına, Ankara Numune Hastanesinde ilik kanseri teşhisi konulmuştu.
Ancak çok geç kalınmıştı. Çünkü ateş bacayı sarmış, hastalık çok ilerlemişti. Ayşe kadın günlerce hastanede tedavi görmüş, ancak bir sonuç alınamamıştı.
Kısacası yapacak bir şey yoktu. Yaşamasından ümit kesen doktorlar, taburcu etmişti Ayşe kadını.
Tekrar Van'a getirilen Ayşe'nin son bir isteği vardı o da henüz biri beşikte olan 8 çocuğunu ölmeden önce, son bir kez görebilmekti.
Özellikle daha yedi aylık beşikte olan, bebeği Songül'ü düşünüyordu. Çocuklarının sayısının son olması için en küçük çocuğunun adını Songül bırakmıştı. Kendisi gibi, Songül'ün de gözleri gök mavisiydi. Acaba Songül şimdi ne yapıyordu? Kim ona süt verir, kim bakımını üstlenirdi.
Bu karmaşık duygular içinde devamlı Songül'ü düşünüyor, son bir kez onu görebilmek için gece gündüz dua ediyordu.
Ancak çetin kış şartları dolayısıyla, kar yolları kapatmıştı. Yüksekova'nın kuş uçmaz, kervan geçmez yolları kar altındaydı yollar geçit vermemişti Ayşe kadına.
Talihsiz kadın, kocası olacak Şexo ile birlikte günlerce Van'da 3. sınıf bir otelde kalmış, umutla yolların açılmasını beklemişti.
Günler, günleri kovalamış, ancak yollar bir türlü açılmamıştı.
Zaten olan olmuştu artık. Yollar açılsa da Ayşe kadın için fark etmiyordu. Çünkü zavallı kadın çocuklarının isimlerini sayıklaya sayıklaya, yavrularını son bir kez göremeden hayata gözlerini yummuştu.
Ateş düştüğü yeri yakmış, henüz 35 yaşındaki Ayşe kadın, biri beşikte, 8 yavrusunu öksüz bırakıp bu fani dünyadan göçüp gitmişti.
35 yıla nasıl sekiz çocuğu sığdırmıştı?
Kaç yaşında çocuk olmuş, kaç yaşında genç kız, kaçında çocuk anne kimse bilmiyordu. Yalnız bilinen tek şey, Cahit Sıtkı Tarancı'nın dediği gibi daha yolun yarısında, arkasında, babası yaşında bir koca ve 8 öksüz çocuk bıraktığıydı.
Yaşarken Ayşe'nin sesine kulak vermeyenler, o öldükten sonra açmaya başlamıştı yolları. Tabi iş işten çoktan geçmişti. Daha sonra iş makinalarının açtığı yoldan, bir çuval gibi, kamyonete konulan Ayşe kadının cenazesi, tam 9 saat süren bir yolculuktan sonra ancak köye ulaşabilmişti.
Acılı koca Şexo, eşinin son isteğini yerine getirememenin ezikliğini taşıyordu. Sekiz minik yavrunun hıçkırıkları ise, birer buzdan damla olup zap, suyuna düşmüş, sürüklenip gitmişti.
Acı, gözyaşı ve sefalet içinde geçen toplam 35 yıl yaşayan, Ayşe kadın ancak öldükten sonra doğduğu topraklara ulaşabilmişti.
Şexo, karısını, dualar eşliğinde toprağa verdikten sonra, timsah gözyaşları dökerken bir taraftan da, yeni bir eş bulmanın planlarını yapmaya başlamıştı bile.
Ancak burada olan çocuklara olmuş, sekiz minik yavru boynu bükük yetim kalmıştı. Zavallı çocukların gözyaşları ve üzüntüleri haftalar, hatta aylar sürmüştü.
Yeri göğü inleten bu feryatları burada kelimelere sığınıp anlatmaya, yürek dayanmaz, yaşamayan bilemezdi. Ancak bilinen tek şey, Yüksekova'da iki mevsim vardı…
Birisi yaz, öteki kış.
Hava kurşun gibi ağır, toprağın yüzü kırağılıydı. İnsanlar vapur dumanı gibi, ağızlarından buharlar çıkararak, zorlukla, soluk alıp veriyorlardı. Sular bile donmuştu.
Çocuklar evin içinde olmalarına rağmen, ellerini koltuk altına sokarak, ısınmaya çalışıyorlardı.
O akşam Ayşe'nin babası Bekir, erkenden eve, çalı çırpı toplayıp getirmiş, üstelik hiç bir zaman yakmadığı, odun sobasını da yakmıştı.
Ayşe, babasının sobayı yakmasını hayretle karşılamış, bir şey diyememiş, ahırda hayvanlara yem veren annesine, usulca durumu anlatmıştı.
Annesi "Bu akşam komşu köyden misafirlerimiz var, seni istemeye gelecekler onun için odanın içinin sıcak olması lazım' demişti. Henüz 15 yaşına yeni girmiş, Ayşe, annesinin bu sözü karşısında afallamış :
-Ne istemesi! Kimi istiyorlar ? diyebilmişti.
Annesi, "Seni istemeye geliyorlar, gelecek ay seni evlendireceğiz" deyince, henüz bir çocuk olan zavallı Ayşe, oracıkta yığılıp kalmıştı.
Annesi, "Hiç itiraz istemem, baban konuşup başlık parasını bile almış" dediği zaman, Ayşe, daha evlenmenin ne olduğunu bile, bilmiyordu.
Güzeller güzeli Ayşe, 15 yaşında olmasına rağmen, film yıldızlarını kıskandıracak kadar alımlı ve güzeldi.
Yanakları al, gözleri masmavi, olan Ayşe'yi genellikle 'Maviş' diye çağırırlardı. Her sabah sırtına kadar inen siyah saçlarını özenle tarar, bazen at kuyruğu gibi örerek, salına salına yürür, köydeki tüm gençlerin dikkatini çekerdi.
Kendisi güzel, ama kaderi çirkin olan zavallı Ayşe ne yazık ki, iki öküz tutarındaki başlık parasına, babası yaşındaki bir adamla zorla evlendiriliyordu.
Damadın kendisinden yirmi yaş büyük olduğunu ancak, evlendikten sonra komşulardan duymuştu. Karşı gelecek ne gücü, nede derdini anlatacak kimsesi vardı.
O tarihlerde köyde ortaokul yoktu. Köydeki çocuklar dört kilometre uzaklıktaki kasabadaki okula, yürüyerek gidip geliyorlardı. Çetin kış şartlarında kar, tipi demeden, çamurlu yollardan, derelerden, tepelerden geçerek, okula varıyorlardı. Bazen yollarda çamura batan ayakkabıları öyle bir ağırlaşıyordu ki, eve geldikten sonra saatlerce temizlemek zorunda kalıyorlardı.
Her ne kadar Ayşe 'Ben okumak istiyorum. Okuyup Hemşire olmak istiyorum' dediyse de kimseye derdini anlatamadı.
Babası, 'Okuyupta ne olacaksın! Okula artık gitmeye gerek yok. Hem bu kadar yolu hergün gidip gelmekten de kurtulursun. Karşı köyde Şexo diye biri var. Adam çok zengin. Seni ona verdim' dediği zaman. Ayşe'nin dizleri kırılmış, gözyaşlarına hakim olamamıştı.
O'nun tüm itirazlarına kimse kulak asmamıştı.
Nitekim, Ayşe zorla, babası yaşındaki bu adamla, evlendirilmiş ve hiçbir zaman mutlu olamamıştı.
Buna rağmen yinede "çocuklarımın babasıdır deyip", yıllarca kahrını çekmiş, ancak devamlı, baskı ve şiddet görmüştü.
Belki fazla çocuk doğurursam, kocam düzelir, bana şiddet uygulamaz, şefkat gösterir düşüncesiyle, sekiz çocuk doğurmuştu Ayşe kadın.
Dile kolay!
Tam sekiz çocuk...
Bu kadar çocuk doğuran bir kadında can mı kalır?
Nitekim, Ayşe kadın yıllarca tarlada ırgat gibi çalışmaktan, çocuklara bakmaktan yorulmuş ve amansız bir hastalığın pençesine düşmüştü. Ayşe kadın defalarca "hastayım" demesine rağmen kocası onu, doktora götürmemiş, hatta hiç ilgilenmemişti. Ayşe'nin hücreleri ölmeye başlamıştı, dayanacak gücü kalmamıştı. Çocuklar babalarına yalvarıyordu. 'Baba, lütfen annemizi doktora götür.'
Şexo gerek çocukların baskısı ve gerekse, karısının durumunun acil olması dolayısiyle nihayet bir gün insafa gelip, onu Van'daki bir hastaneye götürmüş, ancak hasta oradan başkent Ankara'ya havale adilmişti.
Yüksekova'ya bağlı, bir köyde yaşayan 8 çocuklu Ayşe kadına, Ankara Numune Hastanesinde ilik kanseri teşhisi konulmuştu.
Ancak çok geç kalınmıştı. Çünkü ateş bacayı sarmış, hastalık çok ilerlemişti. Ayşe kadın günlerce hastanede tedavi görmüş, ancak bir sonuç alınamamıştı.
Kısacası yapacak bir şey yoktu. Yaşamasından ümit kesen doktorlar, taburcu etmişti Ayşe kadını.
Tekrar Van'a getirilen Ayşe'nin son bir isteği vardı o da henüz biri beşikte olan 8 çocuğunu ölmeden önce, son bir kez görebilmekti.
Özellikle daha yedi aylık beşikte olan, bebeği Songül'ü düşünüyordu. Çocuklarının sayısının son olması için en küçük çocuğunun adını Songül bırakmıştı. Kendisi gibi, Songül'ün de gözleri gök mavisiydi. Acaba Songül şimdi ne yapıyordu? Kim ona süt verir, kim bakımını üstlenirdi.
Bu karmaşık duygular içinde devamlı Songül'ü düşünüyor, son bir kez onu görebilmek için gece gündüz dua ediyordu.
Ancak çetin kış şartları dolayısıyla, kar yolları kapatmıştı. Yüksekova'nın kuş uçmaz, kervan geçmez yolları kar altındaydı yollar geçit vermemişti Ayşe kadına.
Talihsiz kadın, kocası olacak Şexo ile birlikte günlerce Van'da 3. sınıf bir otelde kalmış, umutla yolların açılmasını beklemişti.
Günler, günleri kovalamış, ancak yollar bir türlü açılmamıştı.
Zaten olan olmuştu artık. Yollar açılsa da Ayşe kadın için fark etmiyordu. Çünkü zavallı kadın çocuklarının isimlerini sayıklaya sayıklaya, yavrularını son bir kez göremeden hayata gözlerini yummuştu.
Ateş düştüğü yeri yakmış, henüz 35 yaşındaki Ayşe kadın, biri beşikte, 8 yavrusunu öksüz bırakıp bu fani dünyadan göçüp gitmişti.
35 yıla nasıl sekiz çocuğu sığdırmıştı?
Kaç yaşında çocuk olmuş, kaç yaşında genç kız, kaçında çocuk anne kimse bilmiyordu. Yalnız bilinen tek şey, Cahit Sıtkı Tarancı'nın dediği gibi daha yolun yarısında, arkasında, babası yaşında bir koca ve 8 öksüz çocuk bıraktığıydı.
Yaşarken Ayşe'nin sesine kulak vermeyenler, o öldükten sonra açmaya başlamıştı yolları. Tabi iş işten çoktan geçmişti. Daha sonra iş makinalarının açtığı yoldan, bir çuval gibi, kamyonete konulan Ayşe kadının cenazesi, tam 9 saat süren bir yolculuktan sonra ancak köye ulaşabilmişti.
Acılı koca Şexo, eşinin son isteğini yerine getirememenin ezikliğini taşıyordu. Sekiz minik yavrunun hıçkırıkları ise, birer buzdan damla olup zap, suyuna düşmüş, sürüklenip gitmişti.
Acı, gözyaşı ve sefalet içinde geçen toplam 35 yıl yaşayan, Ayşe kadın ancak öldükten sonra doğduğu topraklara ulaşabilmişti.
Şexo, karısını, dualar eşliğinde toprağa verdikten sonra, timsah gözyaşları dökerken bir taraftan da, yeni bir eş bulmanın planlarını yapmaya başlamıştı bile.
Ancak burada olan çocuklara olmuş, sekiz minik yavru boynu bükük yetim kalmıştı. Zavallı çocukların gözyaşları ve üzüntüleri haftalar, hatta aylar sürmüştü.
Yeri göğü inleten bu feryatları burada kelimelere sığınıp anlatmaya, yürek dayanmaz, yaşamayan bilemezdi. Ancak bilinen tek şey, Yüksekova'da iki mevsim vardı…
Birisi yaz, öteki kış.
ÇOCUK GELİN
Ece yedi kişilik bir ailenin en küçük kızlarıydı. upuzun saçları kocaman gözleri vardı. Yaşadığı çevre oldukça kültürsüz alt bir sınıftan gelmekteydi.
İki ablası ve iki abisi de evlilerdi.
Birgün babası eve gelerek ece'yi yanına çağırdı oturdukları muhitten 30 yaşında maddi durumu gayet iyi olan bir adam Ece'yi beğenmiş babası ile görüşmüş ve babası da kızını vermişti.
Birgün babası eve gelerek ece'yi yanına çağırdı oturdukları muhitten 30 yaşında maddi durumu gayet iyi olan bir adam Ece'yi beğenmiş babası ile görüşmüş ve babası da kızını vermişti.
Bak kızım bir adam var seni geçen gün görmüş ve çok beğenmiş oldukça durumu iyi olan birisi rahat bir hayatın olacak yoksulluk çekmeyeceksin,bugün kahvede geldi bana açıldı temiz bir çocuk bende seni ona verdim dedi.
Ece oturduğu yerden başını önüne eğerek odasına geçmişti.
Annesi bey Ece daha çok küçük adamla hemen hemen aralarında 15.16 yaş var hem bu kız okumak istiyor yapma günahına girme,
Ece oturduğu yerden başını önüne eğerek odasına geçmişti.
Annesi bey Ece daha çok küçük adamla hemen hemen aralarında 15.16 yaş var hem bu kız okumak istiyor yapma günahına girme,
Babası sen karışma okuyupta ne olacak bir daha böyle bir hayatı nerede bulacak bir eli yağda bir eli balda yaşayıp gidecek ben kararımı verdim kızıda adama verdim gelip yarın isteyecekler sonrada hemen düğün yapılacak bu evde ne zamandan beri benim kararlarım sorgulanmaya başlandı kalk git bana çay getir almayayım ayağımın altına. diyerek annesini de başından atmıştı.
Ece odasında nerede ise sabaha kadar ağladı.
Ece odasında nerede ise sabaha kadar ağladı.
Ertesi gün odasından çıkmadığını gören annesi ece'nin odasına girdiğinde ece bir köşede oturmuş ve ağlamaktan gözleri şişmişti.
Kızım yapma etme bak daha iyi bir hayatın olacak benim kaderimi yaşamayacaksın yokluk çekmeyeceksin derken babası sesleri duyarak odaya girdi.
Ece'yi o halde görnce üzerine yürüyerek çabuk kalk hazırlan şu haline bak adamlar akşama gelip isteyecek bak sakın adamlar geldiğinde de ağlayayım deme öldürürüm seni diyerek dışarı çıktı.
Zorla da olsa annesi çaresizlikten korkudan ece'yi banyoya sokup yıkadıktan sonra üzerini giydirip saçlarını topladı.
Akşam babası eve geldiğinde ece'nin yanına giderek sakın misafirlerin yanında bir yanlış yapma yüzün hep gülecek birazdan gelirler derken kapı çaldı.
İki erkek bir kadın olan dünürlerini gelmişti. zaten babası ece'yi vermişti de adet yerini bulsun diye istemeye gelmişlerdi.
bir süre sohbet ettikten sonra Ece kahveleri hazırlamak için misafirlere zoraki hoşgeldiniz diyerek kahvelerini nasıl istediklerini sordu?
Kızım yapma etme bak daha iyi bir hayatın olacak benim kaderimi yaşamayacaksın yokluk çekmeyeceksin derken babası sesleri duyarak odaya girdi.
Ece'yi o halde görnce üzerine yürüyerek çabuk kalk hazırlan şu haline bak adamlar akşama gelip isteyecek bak sakın adamlar geldiğinde de ağlayayım deme öldürürüm seni diyerek dışarı çıktı.
Zorla da olsa annesi çaresizlikten korkudan ece'yi banyoya sokup yıkadıktan sonra üzerini giydirip saçlarını topladı.
Akşam babası eve geldiğinde ece'nin yanına giderek sakın misafirlerin yanında bir yanlış yapma yüzün hep gülecek birazdan gelirler derken kapı çaldı.
İki erkek bir kadın olan dünürlerini gelmişti. zaten babası ece'yi vermişti de adet yerini bulsun diye istemeye gelmişlerdi.
bir süre sohbet ettikten sonra Ece kahveleri hazırlamak için misafirlere zoraki hoşgeldiniz diyerek kahvelerini nasıl istediklerini sordu?
Mutfağa geçerek kahveleri hazırlamaya başladı anneside peşinden gittiğinde ece yi ağlarken gördü ne oldu kızım neden ağlıyorsun yine?
Anne görmüyormusun adamı babam yaşında nerede ise,
Annesi sil gözyaşları kahveleri getir yoksa baban hem seni hemde beni öldürür dedi.
Kahveler içilmiş yüzükler takılmış bir hafta sonraya da düğün tarihi verilmişti.
Ece bütün gece ağlamaktan olduğu yerde bitap düşmüş uyuya kalmıştı,
günler bir birini kovalıyor düğün günü yaklaşıyordu.
Erkek tarafı alışveriş yapmış ece'nin gelinliğini getirmişlerdi.
Anne görmüyormusun adamı babam yaşında nerede ise,
Annesi sil gözyaşları kahveleri getir yoksa baban hem seni hemde beni öldürür dedi.
Kahveler içilmiş yüzükler takılmış bir hafta sonraya da düğün tarihi verilmişti.
Ece bütün gece ağlamaktan olduğu yerde bitap düşmüş uyuya kalmıştı,
günler bir birini kovalıyor düğün günü yaklaşıyordu.
Erkek tarafı alışveriş yapmış ece'nin gelinliğini getirmişlerdi.
Kaynanasının ve annesinin ısrarları ile gelinliği giymişti ece, gözleri dolmuş ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Gelinliğin içinde yaralı bir melek gibi görünüyordu.
Ertesi gün düğün yapıldıktan sonra gerdeğe girildi, damat gülümseyerek birşeyler anlatıyor fakat ece duymuyordu bile. Aradan 5 ay geçmiş 5 aydırda bir defa bile gülmemişti yüzü kaynanası ve kayınpederi ile aynı evde yaşıyor ailesini görmesine izin verilmiyor dışarı adım bile atamıyordu. Evde hizmet etmekti görevi gündüz kaynanası kayınpederi eziyet ediyor gece kocası dövüyordu.
Ece bir süre sonra hamile kaldı. Doğum sancıları artmasına rağmen hala akşama kadar ayakta duruyor hizmet ediyor kaynasından ve eşinden sürekli dayak yiyordu.
Bir gece eşi ece'yi sokağa attı o gece ece karların üzerinde doğum yapmış fakat çocuğu ölü olarak doğmuştu.
Ertesi gün düğün yapıldıktan sonra gerdeğe girildi, damat gülümseyerek birşeyler anlatıyor fakat ece duymuyordu bile. Aradan 5 ay geçmiş 5 aydırda bir defa bile gülmemişti yüzü kaynanası ve kayınpederi ile aynı evde yaşıyor ailesini görmesine izin verilmiyor dışarı adım bile atamıyordu. Evde hizmet etmekti görevi gündüz kaynanası kayınpederi eziyet ediyor gece kocası dövüyordu.
Ece bir süre sonra hamile kaldı. Doğum sancıları artmasına rağmen hala akşama kadar ayakta duruyor hizmet ediyor kaynasından ve eşinden sürekli dayak yiyordu.
Bir gece eşi ece'yi sokağa attı o gece ece karların üzerinde doğum yapmış fakat çocuğu ölü olarak doğmuştu.
Ertesi gün kocası işe giderken baygın halde buld başına bela almaktan korktuğu için hemen kaldırarak eve getirdi. bir kaç saat sonra kendine gelen ece gözlerini ağlayarak açtı.
Kaynanası suratına sertçe bir tokat patlattı torunumu öldürdün sen ne işe yararsın oğluma bir çocuk bile veremedin lanet olsun sana dedi.
İki gün aç susuz odada hapis yaşadı, çocuğunu kaybetmiş aç susuz kalmış ve kanaması ara ara devam ediyordu.
Ertesi gün gece kocası tekme tokat dövmüş ece olduğu yerde yığılıp kalmıştı.
Kocası annesini ve babasını çağırdığında ecenin ölmüş olduğunu gördüler. bir süre düşündükten sonra ileride bulunan bir derenin kenarına gömmeye karar verdiler.
Kaynanası suratına sertçe bir tokat patlattı torunumu öldürdün sen ne işe yararsın oğluma bir çocuk bile veremedin lanet olsun sana dedi.
İki gün aç susuz odada hapis yaşadı, çocuğunu kaybetmiş aç susuz kalmış ve kanaması ara ara devam ediyordu.
Ertesi gün gece kocası tekme tokat dövmüş ece olduğu yerde yığılıp kalmıştı.
Kocası annesini ve babasını çağırdığında ecenin ölmüş olduğunu gördüler. bir süre düşündükten sonra ileride bulunan bir derenin kenarına gömmeye karar verdiler.
Aradan bir kaç ay geçmişti. bir gün ecenin babası kızının özlemine dayanamayarak ısrarla dünürlerine kızını görmek istediğini söylemiş dünürleri ise göstermeyecelerini yakında da yurt dışına oğlu ile gideceğini söylemişlerdi.
Babası bir kaç hafta sonra kızının hayatından endişelenip jandarmaya haber verdi.
Jandarma bir akşam eve baskın yaptığında kızın olmadığını gördüler, bütün aile çelişkili ifade verince hepsini karakola götürüp ayrı ayrı sorguladıklarında korkunç gerçek ortaya çıkmıştı,Sabaha doğru kazı yaparak ece'nin cesedini bulmuşlardı.
Kızının hayatına mal olmuştu babasının yanlış kararı, O günden sonra babasını bir daha gören olmadı...
Babası bir kaç hafta sonra kızının hayatından endişelenip jandarmaya haber verdi.
Jandarma bir akşam eve baskın yaptığında kızın olmadığını gördüler, bütün aile çelişkili ifade verince hepsini karakola götürüp ayrı ayrı sorguladıklarında korkunç gerçek ortaya çıkmıştı,Sabaha doğru kazı yaparak ece'nin cesedini bulmuşlardı.
Kızının hayatına mal olmuştu babasının yanlış kararı, O günden sonra babasını bir daha gören olmadı...
HİKAYE__HAMZA ŞEN
Yanlış kararlar ve yanlış seçimler, hep ben daha iyisini bilirim diyenlerde bazen yanılabilir. İnsanlara seçme seçilme ve yaşama hakkını Allah bahşetmiştir. Onun katında herkes eşittir. Lütfen başkalarının görüşlerine önem verin ve başkaları hakkında karar vermekten vazgeçin. Unutmayın birgün herkes ölecek. Giderken arkanızda güzel şeyler bırakın. İnsanlar sizi hatırlarken sizi anarken gülümsesin istiyorsanız insanlara saygı gösterin....
MASUM TACİZ KURBANLARI
Pedofili ya da Sübyancılık Psikoseksüel bir rahatsızlıktır.Pedofili ya da sübyancılık, yetişkinin ergenliğe giren çocuklara ya da ergen öncesi çocuklara ilgi duymasıdır.Psikoseksüel hastaları sübyanları cinsel açıdan daha çekici buldukları için cinsel eğilimleri bu yöne kayar.Psikoseksüel rahatsızlık kadınlardan daha fazla erkeklerde görülür.
Sübyancılık bir çok avrupa ülkesinde cinsel suçların en önemlisi ve ağırı kabul edilir.Ülkemizde daha çok akrabalık, aile, dost vs. ilişkilerinde görülür.Bastırılmış toplumlarda bu oran daha da yükselir.Malesef cinsel istismara maruz kalan çocuklar içinde bulunduğu aile yapısının değerlerine (korkular, gelenek-görenekler, töreler, şiddet, kişisel bastırılmışlıklar...) göre bu durumu gündeme getirip sıkıntıyı kimseyle paylaşamazlar.Sıkıntıyı yüreklerinde saklayarak beyinlerine kazınmasına sebep olurlar.İlerleyen zamanlarda ciddi psikolojik sıkıntı yaşarlar.
Farkında değiliz ama bu insanlar içimizde yaşıyorlar.Yüzlerce binlerce çocuk yakını tarafından cinsel tacize maruz kalıyor.Sıkıntıyı kendi içlerinde yaşıyorlar, ya da çok küçük oldukları için anlam veremiyorlar, ifade edemiyorlar.Bu nedenden dolayı sessiz çığlıklarını duyamıyoruz....
Sübyancılık bir çok avrupa ülkesinde cinsel suçların en önemlisi ve ağırı kabul edilir.Ülkemizde daha çok akrabalık, aile, dost vs. ilişkilerinde görülür.Bastırılmış toplumlarda bu oran daha da yükselir.Malesef cinsel istismara maruz kalan çocuklar içinde bulunduğu aile yapısının değerlerine (korkular, gelenek-görenekler, töreler, şiddet, kişisel bastırılmışlıklar...) göre bu durumu gündeme getirip sıkıntıyı kimseyle paylaşamazlar.Sıkıntıyı yüreklerinde saklayarak beyinlerine kazınmasına sebep olurlar.İlerleyen zamanlarda ciddi psikolojik sıkıntı yaşarlar.
Farkında değiliz ama bu insanlar içimizde yaşıyorlar.Yüzlerce binlerce çocuk yakını tarafından cinsel tacize maruz kalıyor.Sıkıntıyı kendi içlerinde yaşıyorlar, ya da çok küçük oldukları için anlam veremiyorlar, ifade edemiyorlar.Bu nedenden dolayı sessiz çığlıklarını duyamıyoruz....
24 Temmuz 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)