20 Nisan 2020 Pazartesi

POSTACILAR CORONA OLMUYOR MU?


POSTACILAR CORONA OLMUYOR MU?
Çocukluğumda “bak postacı geliyor selam veriyor”  çocuk şarkısıyla başladı postacılarla tanışmam. İlkokul-ortaokul dönemlerimdi,  postacının geldiği sabah saatlerinde kuzenimin mektubuma verdiği cevabı merak edip sokağın başına gözümü dikip postacının gelmesini beklerdim. Sokağın başında postacıyı gördüğüm an mektubun gelmiş olması ümidiyle apartmanın merdivenlerini üçer beşer iner postacıya doğru koşardım. O anda evin mutfağında yeni pişmiş börek çörek varsa postacıya vermem için annem acele acele tutuştururdu elime. Mektubumu alır eve çıkmayı beklemeyip apartmanın bahçe duvarına oturup heyecanla okumaya başlardım. Bazen beklediğim zarf o gün gelmezdi üçer beşer atlayarak iki dakikada indiğim merdivenleri mektubun olmayışının hüznüyle on dakikada anca geri çıkardım. Sonraki gün mektubun geleceği hayaliyle yine balkonda postacıyı beklerdim.                    
Teknoloji ilerledikçe postacılara daha az iş düşmesi beklenilirken tam tersi iş yükü arttı ve postacılık mesleği başka bir formata büründü. Her gün heyecanla ulaştırdıkları duygu yüklü hasret kokan mektupların yerini kiloda ağır taşınması zor kargo paketleri aldı. İnsanlar teknolojinin akışına kapılıp iyice tembelleştikçe teknoloji aracılığıyla aldığı bir ekmeğin bile kuryeyle evinin kapısına gelmesini bekler oldu. Postacıların çilesinin bitmediği yetmedi gibi üzerine özel dağıtım şirketleri kuruldu. Binlerce kurye bir elbise, bir şişe parfümü ya da bir çift ayakkabıyı sipariş sahibine ulaştırmak için yoğun trafikte motosikletleriyle adeta dans ederek kargoyu zamanında teslim etmenin telaşına düştü. Bu süreçte yaşadıkları sıkıntıları anlatmakla bitiremeyiz…
 Gel gelelim corona sürecinde postacılara; corona virüsünün hızlı yayılmaması, vaka sayısının artmaması adına onca konulan yasaklara rağmen binlerce postacımız her gün yüzlerce insanın içerisinde onlarcasıyla birebir muhatap olarak endişeyle görevinin hakkını vermeye çalışıyor. Birbirlerini koruma adına duydukları kaygıyla kendi içlerinde sürekli haberleşip “aman arkadaşım teslimat yaparken çok yaklaşma! Sakın boğazını kuru tutma sık sık bir yudum da olsa su iç! Bu arada apartmanın kapı kollarına çok dikkat et! Tebligat varsa kata çıkacaksan asansör düğmesine çok dikkat et !” vb söylemleriyle birbirlerine destek olmaya çalışıyorlar.
Şimdi size soruyorum! Postacı corona virüsünü kapmıyor mu? Kaptığı virüsü gittiği yerlere, evine, sevdiklerine bulaştırmıyor mu?
 Herkesin canının derdine düştüğü ve sevdiklerinin sağlığını düşündüğü bu dönemde postacılar ve benzeri mesleklerde çalışan insanların suçu ne! Böyle bir dönemde hala internetten elbise, ayakkabı siparişi vermek ne demek! Kendi egonuzu tatmin etmek, can sıkıntınızı gidermek adına verdiğiniz siparişlerle ne kadar çok insanın hayatını tehlikeye attığınızın farkında mısınız? Artık bir durun, durmanız lazım! Yeter gerçekten yeter! Bu kadar bencil olmayın. Lütfen biraz empati yapın. Bu virüsten kurtulmanız sadece maske eldiven takıp paranızın gücüyle eve kapanmanızla olmayacak. Ne zamanki kendinizi korurken çevrenizdeki insanlarında hayatını düşünürseniz, onlarında virüse yakalanmamaları adına destek olursanız ancak o zaman coronadan yavaş yavaş kurtulabiliriz. Bu tür meslekleri yapan insanlara destek verin, mümkün olduğunca iş yükünü azaltın, elinizden geliyorsa, gücünüz yetiyorsa izin kullanmalarını sağlayıp evlerine gönderin.
Postacının ve zor şartlarda çalışmak zorunda kalan insanların birkaç aylık maaşıyla elinize aldığınız telefonlarınızla sosyal medya hesaplarınızda paylaşım yapıp “evde kal Türkiye “ demekle olmuyor! Herkes birbirine destek versin, yardımcı olsun ve  çevremizde zorunlu çalışanların işlerini kolaylaştıralım, çevremizde yaşayan insanların virüsü kapmamaları adına elimizden ne geliyorsa yapalım.
 Empati yapıp çevremizdeki insanları koruyarak kendimizle birlikte onlarında sağlıklarını düşünerek  “Evde kal Türkiye” yerine hep beraber;
  “EVDE KALALIM TÜRKİYE” hatta;
“EVDE KALIYORUZ TÜRKİYE “diyelim ve hep birlikte evde kalma şansını yakalayalım.
Sağlıklı günler dilerim.

https://www.urfanatik.com/makale/4178559/arzu-kilic/postacilar-corona-olmuyor-mu

EĞİTİME CORONA BULAŞTI

EĞİTİME CORONA BULAŞTI
Coronanın dünyayı etkisi altına aldığı şu günlerde sağlığımızı, sevdiklerimizin sağlığını, toplum sağlığını koruma amaçlı istem dışı kararlar alındı ve hayatımızda çok şey değişti. Değişikliklerle birlikte yeni alışkanlıklarımız oluşmaya başladı. Alınan kararlar doğrultusunda yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Alınan kararların en önemlilerinden biri çocuklarımızı koruma amaçlı okulların kapatılmasıydı. Okullar yaklaşık yirmi gün önce kapandı ve belki de ikinci dönemin sonuna kadar açılmayacak. Coronanın ne şiddette ilerleyeceğini bilemediğimiz için ileri tarihte neler yaşayabileceğimizi kimse öngöremiyor ve plan-program yapamıyor.
 Okulların kapanış sürecinin uzayacağını gören Milli Eğitim Bakanlığı evde kalan çocukların eğitimi aksamasın diye EBA ve televizyon programlarıyla eğitim verme mücadelesine devam ediyor. Devlet okulu öğretmenleri EBA ve televizyon programları sayesinde rahatlayıp derin nefes alırken, özel okul yönetici ve öğretmenlerininde aynı rahatlama ve dinlenme ortamı var diyemeyeceğiz. Özel okullar kendi kurguladıkları, satın aldıkları, keşfettikleri programlarla hem öğreniyor, hem öğretmenine öğretiyor hem de öğretmenin öğrencilerine ulaşıp “online uzaktan eğitim” vermelerini sağlıyor. Hep birlikte paniği atlatmış olsak da kaygılar devam ediyor. Yaşanan bu süreçte sekiz ve on ikinci sınıf öğrencilerini ve ebeveynlerini gayet iyi anlıyoruz. Gelecek kaygısı ve yaşanılan belirsizlikler, çocuğun geri kalacağı, sınavı kazanamayacak iyi bir okula yerleşemeyecek düşüncesi gerçekten çok zor. Aynı kaygıları bizler de yaşıyoruz, bizler sene başında heyecanla plan programımızı oluşturup, aylarca eksiksiz istediğimiz doğrultuda başarıya doğru emin adımlarla ilerlerken istem dışı gelişen olayla tekrar başa döndük. Online eğitim için yeniden plan-program hazırlayıp ayağımız taşa takılmadan yola devam etmeye çalışıyoruz.
 Yapılan online çalışmalarda bazı kurumlar “en iyi online eğitimi biz veriyoruz, en iyi program bizde, en özverili çalışan öğretmen bizde!” şeklinde gündem yaratıp velilerin kaygılarını gidermeye çalışıyorlar. Zaman zaman bazı kurucular bunu şova dönüştürmekten geri kalmıyor. Yaşanan bu süreçte gerçekten eğitime gönül vermiş, öğrencileri için en iyisini en güzelini yakalamaya çalışan bu doğrultuda öğretmenlerini yönlendiren, sürekli araştıran daha iyisini yapmaya çalışan kurucularımızı da görmezden gelemeyiz.
Kimi ebeveynler ise; verilen hizmete ikna olup çocuğunu kurumun online eğitimine teslim edip süreci sağlıklı bir şekilde baskılamadan, boğmadan takip ederken öte yandan da çocuğunun gittiği okulla kendini ön plana atmak isteyen veli, öğrencinin ödevlerini, online çalışırken çektiği fotoları vs sosyal medyaya atıp “işte bizim okulun farkı” demekten geri kalmıyor. Oysaki ödevin içeriğinden bile bihaber! Veliler arasında bazen o kadar sınırlar zorlanıyor ki arkadaş guruplarında muhabbetler “benim okulum senin okulunu döver” noktasına kadar gelebiliyor. Kendini çocuğunun evde aldığı eğitime kaptıran o kadar çok ebeveyn var ki! İlk haftanın şaşkınlığını atlatıp şimdilerde öğretmenlere plan sunup yol göstermeye başladılar. Tatil süreci uzarsa yakında “diplomasız öğretmen” sayımızda artış olacak demedi demeyin!
Sonuçta kurucularımız, öğretmen ve velilerimiz çocuklar için en iyisi en güzeli olsun istiyorlar. Ama lütfen biraz sabırlı olalım, öğretmenlerimizin maddi-manevi şartlarını bilmeden bir şeyleri yaptırma yolunda zorlamaya gitmeyelim. Bugün konuştuğum eski bir öğretmen arkadaşım, gündüz online eğitimde anlatabilmesi için gece yarılarına kadar içerik hazırladığını ve bunun için teknolojik alt yapısı ve internet bağlantısının yeterli olmadığını anlattı. Üstelik arkadaşım büyük zincir bir kurumda. Finansını zor dengeleyen küçük kurumlarda çalışanlar ne yapsın? Herkes okullar tatil öğretmenler evde yatıyor diye düşünürken özellikle bir çok özel okul öğretmeni evde eğitim savaşı veriyor. Tatil sandığımız bu günlerde öğretmenler biran önce okula dönmek ve sınıflarında eğitim vermek için dua ediyor. Yeterli teknoloji alt yapıprogramlar olmadan, çocuklara dokunmadan, gözlerinin içine bakmadan, minicik yüreklerini hissetmeden verilmesi gerekenler bir yere kadar veriliyor.
Zorunlu evde olduğumuz bu günlerde lütfen ders çalışması konusunda çocuklarınıza baskı yapmayın. Eğer çocuk gülüşünü derse katamıyorsa akademik başarısının, akranlarından önde olmasının hiçbir anlamı kalmıyor. Mutlu çocuk öğrenir, mutsuz çocuk ezberler. Öğrenene bir ömür boyu hatırlar ezberleyen sonraki gün unutur gider...
Bu süreci birde bizler için düşünün! Tatil günlerinde dahi çocuklarımız okulda yok diye garip bir sessizlik çöküyor, sanki sınıfların koridorların duvarları ağlıyor. Bizler de sağlıkla, huzurla bir an önce çocuklarımızı kucaklamak istiyoruz. Yaşadığımız bu süreçte lütfen sizlerde sabırlı olun öğretmenlerimize destek olun. Bizler sizlerin kaygılarını anlıyoruz lütfen sizler de bizleri anlayın. Sizler çocuklarınızın günlük ders-ödev durumlarını takip edin geri kalacak diye baskıyla öğretmeye kalkmayın lütfen. Çocuklarımız okula geri döndüğünde bizler eksiklerini zaten tamamlayacağız. Yaşanılan bu sıkıntılı günlerde sizler olabildiğinizce çocuklarınıza öğretmen değil anne-baba olun oyunlar oynayın, şarkı söyleyin, dans edin, kitap okuyun, kek yapın. Baba memleketinizi anlatın unutulmaya yüz tutmuş kültürünüzden, gelenek göreneklerinizden bahsedin. Çocuğum geri kalacak endişesiyle baskı yapmak yerine okumayı zevkli hale getirerek, çocukların anlayarak hızlı okumalarını sağlayın. Okuma hızı arttıkça anlama oranı da artar. Yavaş okuyan öğrenci aradaki zamanda zihinde başka düşünceler geliştirecek ve anlama kalitesini düşürecektir.
 Gel gelelim madalyonun öteki, yüzüne!
 Yurdumuzun bir çok bölgesinde bulunan köylerimizde, şehirde olup maddi imkansızlıklara boğuşan ailelerle vs yaşayan çocuklarımızı hatırlamak lazım. İnterneti olmayan evler, EBA-internet üzeri programlar kullanmayı beceremeyen, çocuklarını nasıl yönlendireceği bilemeyen annelerimiz, babalarımız! Bir sonraki yazımda imkansızlıklarla eğitim-öğretim sürecini tamamlamaya çalışan çocuklarımızın yaşadıklarını sizlere anlatacağım. İstem dışı yaşadığımız bu süreci en kısa zamanda en az zararla atlatacağız. Yine zilimiz çalacak ve çocuklarımız koridorlarda koşacak, online gönderilen selamların yerini kocaman kucaklaşmalar gülücükler alacak.
 Sağlıklı günler dileriz
 Saygı ve sevgilerimizle

DÜŞÜNME ZAMANI


DÜŞÜNME ZAMANI

Bildiğimiz gibi eğitim, nesilleri yetiştirerek topluma uyumu sağlamak istendik davranışları nesillere kazandırmak, bir anlamda da toplumda denge ve ahenk meydana getirme faaliyetidir. Aynı zamanda ülke ekonomisinin kalkınması ve refah seviyesinin artmasıdır. Eğitim ailede başlar ve okulda, çevresel faktörlerle hayat boyu sürer. Her ülke kendi toplumunun sahip olduğu genel değer yargılarına, yapısına, ekonomik kültürel yapısını zamana ve diğer koşullara göre bir eğitim sistemini ve anlayışını benimser. Ülkemizde de bunlara bağlı bulunarak bazı eğitim politikaları denenmektedir. Eğitim sistemini daha işlevsel hale getirebilmek, eğitim kalitesini yükseltmek için son yıllarda çerçeve daha da genişletilmiştir. Sekiz yıllık zorunlu eğitim, kız çocuklarının okula devamını destekleyen projeler, öğrencilere ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması, burs alan öğrenci sayısının arttırılması gibi maddi desteklerin yanı sıra, kademeli olarak değiştirilen öğretim programları, eğitimde bilgi teknolojilerinin kullanımının etkin hale getirilmesi ve yaygınlaştırılması bu çerçeve dahilinde düşünülebilir. Fakat ülkemizi eğitimde başarılı ülkelerle kıyaslarsak Türkiye çok geri planda kalmaktadır. Bunun sebepleri üzerine düşünmek ve iyileştirme çalışmalarına hız vermek gerekmektedir. Öncelikli olarak ne yapmalıyız sorusuna cevap vermeliyiz ve nereden başlamalıyız?

 Öğretmen yetiştirme programlarımızı gözden geçirmeli miyiz? Öğretmen adayları mülakattan geçirilmeli. İletişim becerileri, el-göz koordinasyonu, sosyalist üretkenliği, yaratıcılığı vs. mutlaka değerlendirilmeliyiz.

Öğretmenlere sunulan imkânların kısıtlı oluşunun eğitim üzerine etkisini değerlendirirken, fazla imkanı olup üretmeyen öğretmenleri sıkı gözlemlenmeliyiz.

 Geleneksel okul yaşamımızdaki eksiklikleri gözler önüne sererken çözüm odaklı olmayı unutmamalıyız.

Temel becerileri günlük yaşam da kullanmaya yönelik süreçlerde daha etkin olup çocuklara fırsat verilerek yetkin olmalarını sağlamalıyız.

Eğitime ayrılan ödenekler bakımından en geri ülkelerden biri olmamızın nedenlerini detaylı araştırmalı bu doğrultuda çözümler üretmeliyiz.

Okullardaki derslik sayısı azlığı ve derslik başına düşen öğrenci sayısının hala fazla olmasının nedenlerini araştırıp, okullarımızı yeniden planlayıp yapılandırmalıyız.

Birçok okulda teknolojik öğretim araç gereçlerinin yetersizliğini değerlendirmeli, yeterli olan okullarda kontrollü aktif faydalı kullanılıp kullanılmadığını takip etmeliyiz.

Ülke içindeki eğitim öğretim kurumlarının dengesiz ve yetersiz dağılımını düşünecek olursak anayasamızda yer alan ve her bireyin eğitim öğretim hakkının olduğunu unutmamalıyız.  Ülkemizdeki sosyal ve ekonomik dengesizliklerin çözülmesi noktasına eğilirken “eğitimde eşitliğin” her çocuğun hakkı olduğunu unutmamalıyız Bu örnekleri çoğaltmak gayet mümkün şimdi hep birlikte düşünme zamanı…

Düşündünüz mü?


SİVEREK CEZAEVİNE KÜTÜPHANE


SİVEREK CEZAEVİNE KÜTÜPHANE

Cezaevi dört duvar arası mı yoksa okumayan beyni kafatasına hapsetmek mi?

Yazıma başlarken bildiğimiz temenni sözleriyle başlamak isterim: ”Allah kurtarsın,  bir daha Düşürmesin”  Âmin bin kerede amin desek de toplumun temelinde suç ve ceza vardır. Toplumsal

Güvenilirlik açısından olması da gerek. Suç ve caza kavramının temelini tartışacak kadar ne hukukçuyum ne de sosyoloğum. Elimden gelen sadece “Allah kurtarsın, bir daha düşürmesin” demek.

İnsanoğlu var oldukça suç, ceza hapishane kavramı olacak. Bizim temennimiz mahpushanelerin dolup taşmaması modern ceza yasalarının uygulanması, kendini ifade etme, haykırma serbestliğinin var olmasıdır. Modern ceza evleri, insanca yaşam koşulları ve adaletin hakça herkese dağıtılması insanlara daha fazla değer verilmesi sosyal yaşantının devam etmesidir.

   Bu güne kadar ceza evleri üzerine yüzlerce, şiir kitabı ve roman yazılmış. Ceza evi sadece okuma yazma bilmeyen, öfkesine egosuna mahkûm edilmiş insanların kaldığı yer değil. Kitap yazdığı için, düşüncelerini savunduğu için, için… İçin sıralamak mümkün, oysa bir hiç uğruna dört duvar ve demir

Parmaklıklar arasına bırakılmış yüzlerce eğitimli insan var. Töre kurbanları, namus cinayetleri, kazaya iftiraya maruz kalanlar vs. istem dışı çok uzun yıllar mahpusluğa yenik düşenler…

Bazı insanlar için zaman bir rüzgâr misali geçerken, bazıları için zaman kurşun kadar ağır gelir. Ceza evinde güneşe hasret, doğaya, anaya, babaya,  çocuğa ve sevgiliye hasret bir rüzgâr gerçekten, insanın yüreğine çizik atarak geçer.

YÜREĞE ATILAN ÇİZİKLERİN SAYISINI KİTAP BAĞIŞLAYARAK ÖNLEYEBİLİRİZ.

   Bu rüzgâra, doğaya en önemlisi çocukların ve tüm sevdiklerinin sesine hasret kalan bu insanların cezaevinde olmaları okumamaları ve sosyallikten uzak kalmaları demek değildir. Özellikle ıslah evinde kalan çocuklar mutlaka yetenekleri doğrultusunda müdüriyetin hazırlamış olduğu kurs-etkinlik programlarına katılmalı ve bol bol kitap okumalıdırlar. Geçmişte yaptığımız ıslah evi programımda gördüğümüz gözlemlediğimiz bazı çocukların kelime zenginliği ile kurdukları düzgün cümleler yüksel tahsil görmüş bazı insanlardan daha başarılıydı. Masal atölyemizde doğaçlama kurguladıkları hikâyeler yaşanmışlıklarını dile getirirken zekâlarına da hayran bıraktırdı. Görülen bu potansiyelin körelmesine zekâlarının yanlış yönlendirilmesine izin vermemeliyiz.

   Mahkûmların cezaları bitip dışarı çıktıklarında topluma daha faydalı olmaları tekrar suça teşvik edilmemeleri adına kitap okumaları çok önemlidir. Her cezaevine temel hassasiyetler göz önüne alınarak mutlaka kütüphane kurulmalıdır. Okumayı sevmeyene okuma sevdirilmeli kitap okumanın ne kadar önemli olduğu anlatılmalıdır. Kitap okuyan mahkûmlar yaşama daha sıkı tutunur, psikolojik yönden rahatlar ve ruh sağlıkları zinde kalır. Kendi içlerinde daha sağlıklı iletişim kurmaya başlarlar, iletişimleri güçlenir daha kaliteli zaman geçirirler. Ayrıca kişinin kendine güveni artar, depresyondan uzaklaşır , kendine güveni gelir, yaşadığı sürecin eksilerini artılarını sorgulayarak yanlışlarından arınır kendi doğrusunu bulur..

   Bir hata ya da istem dışı gelişen olaylar yüzünden dört duvar arasına düşen insanlarımızı görmezden gelemeyiz. Bizlerde elimizden geldiğince destek olalım istedik. Bir kişinin okumasını sağlayıp dünyaya bakış açışını değiştirirsek ne mutlu bizlere. Dört duvarın soğuk ve küflü yüzüne inat güneşten uzak olan, yaşam alanları kısıtlı, sosyal aktiviteleri az olan mahkûmlarımıza kitapları güneş yapıp zindanları aydınlatmak. Bu doğrultuda  başlatılan “ceza evine kütüphane kurma “ çabalarına destek vermek istiyoruz. Sosyal sorumluluk projemizde sizlerde elinizi taşın altına koyun bir kitap da siz yollayın.    Göndereceğiniz roman, edebi eserler, kişisel gelişim kitaplarıyla bir hayat kurtaracak bir insanın umudu olacaksınız.

    Bedenen cezaevinde olan insanların ruhen özgürleşmesine parmaklıkların arasından çıkarak umuda uçmalarına izin verin.

    Kitapları Siverek İrfan Gazetesine ve ya değerli yazarımız Şükrü Dolaş’a ulaştırabilirsiniz. İsteyenler kitapları Siverek Belediyesi Basın Bürosuna da teslim edebilirler.

   Unutmayın bir kitap deyip geçmeyin, bir kitap karanlıklar içerisinde olanlar için yeni doğan bir güneştir.

Her okunmayan kitabın sayfası yaşanmamış bir gündür.