25 Temmuz 2018 Çarşamba

EZ KURBAN KEKOM


EZ KURBAN KEKOM
Güneş umudun rengiyle bahar doğaya hayat veriyordu kadim Mezopotamya topraklarında, sıcak bir yaz günü öğlen güneşinde tarlada ırgat olarak çalışan Hasan ve ailesinin üzerine sıcaklığını cömertçe serpiyordu. Marabalık coğrafyanın kaderinde vardı. Kundaktayken başlardı Ezo’ların, Zini’lerin, Memo’ların kaderi, çalışmak yaşamaktı. Hasan üç kız üç erkek kardeşten en küçük erkek kardeşti.Büyük ağabeyi yıllar önce çocuk yaşta evlendirilmiş çoluk çocuğa karışmıştı.Küçük abisi dört aylık evli ve eşi iki aylık hamileydi.Baba kızların birini yüksek bir baslık parasına vermişti lakin ekinleri kaldırmadan evlensin istemiyordu, kadın kölelik sınıfının bir üyesiydi..Geleneklere göre yeni evlenen abisinin eşi tarlaya getirilmiyor evde yemek ve temizlik yaparak ailenin tarladan gelmesini bekliyordu.
   Hasan yaşadığı hayatı kabullenmiyor, bir yerlerde farklı bir yaşamın olduğuna karın tokluğuna çalışmanın bir kader olmadığına inanıyordu. Köy halkı yaşadıkları dünyanın sadece o köyden ibaret olduğunu zannediyordu.. Hasan, bir kaç defa farklı bir yaşamın olduğunu söylemiş okuduğu kitaplardan farklı yaşamları anlatmıştı ailesine, her defasında sözü kesilmiş, kimse onu anlamaya çalışarak dinlememişti. Hasan fırsat buldukça ağanın gözünden uzak köy okulu öğretmeninin yanına gidip büyük şehir hikayelerini dinliyordu.Öğretmen denizi, martıları, sosyal yaşayan insanları, üniversiteleri, arkadaşlıkları anlattıkça Hasan hayallere dalar yüreğindeki okuma azmi hırsı artardı.Hasanın ailesinde kızlar ve büyük ağabeyi okuyamamış diğer ağabeyi 2 sene sadece harfleri öğrenebilmişti, anadil de sorundu kara taşlı topraklarda.Hasan lise son sınıfa gelmişti.Köyde lise olmadığı için ilçedeki liseye gitmek zorunda kalmıştı.Yokluktan ve çaresizlikten okula düzenli gidemiyordu.Bahar aylarında tarla işleri başladığı için okulda devamsızlığı artıyordu.Duruşu, saygısı, terbiyesi ve çalışkanlığı sayesinde öğretmenlerinin gönlünde yer etmişti.Öğretmenler Hasan’ın liseyi bitirebilmesi için ellerinden gelen çabayı özveriyi gösteriyorlardı.Ağanın baskıları arttıkça Hasan’ın okuma azmi artıyordu.Okuyacak öğretmen olacaktı.Köyüne gelip köy okulunda öğretmenlik yapacak ağanın baskılarına karşı dik duracak dik durmayı öğretecekti.Annesi ağanın eşi çağırdığı zaman mecburi temizliğe gitmeyecekti.Okuyacaktı ve köyde ki çocuklara ağanın çocuklarının eziyet etmesini engelleyecek insanlığa faydalı birey olacaktı, idealist bir öğretmendi hayalleri..Tarladan kalan zamanlarında tüm enerjisini üniversite sınavlarına çalışarak geçiriyordu.Gaz lambasının önünde sabaha kadar ders çalışıyordu.Ailesi dahi hiç kimse Hasan’ın o şartlarda sınavı kazanıp öğretmen olacağına inanmıyor üstüne dalga geçiyorlardı.Hem kazansa dahi bu yokluk içerisinde Hasan nasıl okuyacaktı!
    Çalışma azmini gören öğretmenleri Hasan’a yardımcı oluyor çeşitli kaynaklar sağlıyordu ilçeye gidecek düzenli imkânları olmadığı için saman traktörleri, odun taşıyan kamyonlara binip derslere yetişmeye çalışıyordu. Tarlada ırgatlık, sene başlamadan alınan borçların katlarıyla ödenmesine yetmiyordu… Okul, ders, üniversiteye girme düşüncesi derken aylar birbirini kovalıyordu. Sınav günü geldi çattı. Hasan sınava girdi heyecanla bekleme süreci sona erdi ve Hasan sınavı kazandı artık öğretmen olma yolunda ilerleyecekti…
 Ağanın şımarık küçük oğlu Mehmet babasının gücünün verdiği rahatlıkla sürekli birileriyle kavga eder çevresindekilerin başını belaya sokardı. Daha on beşinde Mehmet belinde silahıyla gezer asalak yaşadığının farkına varmadan köylülere üstünlük sağlamaya çalışırdı. Kendi köyündeki çıkardığı tatsızlıklar yetmez zaman zaman komşu köylerde olay yaratır kavga çıkarırdı. Babası her defasında aşiret liderleriyle görüşür konuyu tatlıya bağlar olayların üzerini kapatırdı. Her yaşanan olay sonrası gariban bir köylünün suçsuz yere canı yanardı. Mehmet yine bir gün komşu köyde başını belaya soktu. Reşo ağa oğlunu dövenlerden intikam alacaktı. Ağaydı hükmetmeye alışmıştı intikam almadan nasıl duracaktı. Ağa köyün delikanlılarını evinin avlusunda topladı.”Ağanın oğlu kardeşinizdir bu aile şerefimize bir hakarettir, biz bunun altında kalırsak barınamayız bu topraklarda” diye talimat vererek bellerine silahları koyup köyün gençlerini komşu köye asalak oğlunun intikamını almaya gönderdi. Delikanlıların içerisinde Hasan’ın küçük ağabeyi de vardı. Ağanın sözü emirdi yerine getirmeleri gerekiyordu aksi takdirde ağa onlara ve ailelerine huzur vermeyecekti. Haberi alan karşı köy liderleri bir savaşa gidecek gibi hazırlanmıştı birkaç yere pusu atılmıştı. Köye yaklaşmış ilk havaya işaret fişeği gibi sıkılan kurşundan sonra kimin kime sıktığı belli olmayan mermiler uçuşuyordu adeta, karşılıklı bağrışmalar ve kavgayı büyüten aileler.Fırat emirle gittiği kavgada kanlar içerisinde yere yığıldı.Olsun ağanın oğlunun intikamı alınmıştı, uğruna kan dökülmüştü… Fırat’ın ölüm haberi düştü Hasan’ın sınav haberinin üzerine. Feryadı figan kara bulutlar sardı köyün üzerini. Elleri kınalı iki aylık hamile yeni gelin Ezo kaldı ortada. Törelere göre yeni gelin baba evine geri gönderilemezdi üstelik hamileydi Ezo. Töre emretti ağabey öldüyse bekâr kayın yani Hasan’la evlenecekti daha toprağı kurumayan abisinin eşiyle…
Bu töre neydi yasam bu kadar mı oynar hayallerle hayal kurmak suç mu kara taşlı kara bahtlı topraklarda.
 Oysa ki Hasan öğretmen olacaktı köyündeki çocuklara ışık saçacaktı…!





GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOÇUKLAR


          GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOÇUKLAR
‘Bizim zamanımızda farklıydı’ derler ya hep… İşte bizim zamanımızda sokaklarda terleyene kadar oynar, yorulduğumuz zaman hep beraber su içmeye –çeşmeye- giderdik. İçerken suyla oynar kahkahalar atardık. Oyun oynarken zaman öyle hızlı geçerdi ki gölgemiz yere düştüğünde gölgemizle bile dans ederdik.
Nerede kaldı o çocukların masumiyeti? İsteklerini ya da ihtiyaçlarını nezaket çerçevesi içerisinde sözlü olarak dile getiren, annesinin gözünün içine bakıp annesinin yaptığı yüz mimikleriyle ne demek istediğini anlayan çocuklar… Kurdukları cümlelerle özgüven ile ukalalık arasındaki çizgiyi kaybetmeyen, isteklerini ağlamadan, tavır-tepki koymadan dile getiren çocuklar nerede! Bezden bebekleri, tahtadan arabalarıyla arkadaşlarıyla saatlerce evcilik oynayan, hatta en sevdiği oyuncağını arkadaşlarıyla paylaşan çocuklar…
Renkli televizyonların çıkmasından sonra, televizyonun yaygınlaştığı ve çok kanallı dönemin gelmesiyle beraber bile çocukların izleyecek belirli kanalları ve uyması gereken saatleri vardı. Ailenin planladığı uyku programına uyulur, erken saatlerde yatılır ve kalkılırdı. Oysa ki günümüzde anne ve babası uyuduktan sonra saatlerce televizyon ya da bilgisayar başında kalan çocuklarımız var.
Çocuklar için hazırlanan materyal ve programlarının  çocuğa artı katmayıp, materyallerin çocuğu eğitip öğretmesi gerekirken çocuk materyale değer katıyor, anlam yüklüyor.Örneğin en çok oynanan bilgisayar oyunu aşırı talep yüzünden satış patlaması yapıyor en çok kullanılan tablet, playstation vs.  cihazların fiyatı artıyor.Geçmişte ilkokul yaş grubu çocukları televizyonda  kendine özel hazırlanmış programı yirmi dakika en fazla yarım saat izlerken günümüzde çocuklar iki yaşından itibaren saatlerce cep telefonuyla oyun oynuyor bu da yetmiyor aileler ilkokul çağında çocuklara maddi değeri yüksek marka akıllı telefonlar, tabletler vb alıyor.Okul öncesi yaş gurubunda çocuklar özbakım becerilerini, kişisel gelişimlerini tamamlamamışken saatlerce cep telefonuna odaklanıp kalabiliyor.Oysaki çocuğun çevresindekilerle iletişim kurması, fermuarını çekmesini düğmesini iliklemesini ayakkabısının bağcıklarını bağlamayı öğrenmesi gerekir.Eskiden çocuklar daha çok okur ve daha iyi dinlerlerdi.Günümüzde kitap okumayan çocuk sayısı her geçen gün artış göstermektedir.Çocuklar dinlemeyi, düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı severken şimdilerde bireysellik ön plana geçtiği için kopyala yapıştırın kolaylığını da yaşayarak kendi dünyalarında hareket, görüntü, aksiyon artış gösteriyor.
Çocuklarımız artık doğayı tanımıyor.Çileğin ağaçta mı, tarlada mı yetiştiğini bilmiyorlar.Daha da vahimi markette yetişiyor cevabı veren çocuklarımız var.Geçmiş yıllarda bir kolejde ilkokul öğrencisine öğretmeni sınıfta  “jaguar”  nedir diye sorduğunda cevabı “araba” oluyor ve o marka aracın özelliklerini çok net ifade ediyor.Maalesef teknoloji arttıkça ve evlerimize girip başköşeye yerleştikçe çocuklarımızda hayvan, doğa, evren sevgisi kalmayacak ve tamamen robotlaşmış bir hayat yaşamaya başlayacaklar.Belki doktor avukat olacaklar ama merhametten vicdandan değerlerden kendi kültürlerinden uzak olacaklar.
Ebeveynler geçmişte yaşamadıkları eksik kalan tüm yanlarını çocuklarına vererek tatmin olmaya çalışıyorlar.Biz görmedik çocuğumuz görsün mantığıyla hareket ettikleri için yaramazlık ve şımarıklık arasında ki kontrolü sağlayamıyorlar.Özellikle çalışan anneler için durum daha da vahim.Anne çalıştığı çocuğuna yeteri kadar zaman ayıramadığı için çocuğunun her istediğini her dediğini yaparak annelik görevlerini yerine getirdiğini düşünerek manevi olarak rahatlama sürecine giriyor.Çocuğuna ne kadar zarar verdiğini, doyumsuz bir birey olarak hayata hazırladığının farkına varamıyor.Eksik bıraktığı sevgiyi, şefkati, ayıramadığı zamanı her dediğini yaparak giderdiğini tamamladığını düşünüyor.
Onların geleceği için mutlu birey olarak yaşamaları ve mutlu bireyler yetiştirmeleri adına hayatın zorluklarını öğretelim, gösterelim. Yaşanan tüm olumsuzlukların temel sebebi sevgisizlik olduğu için öncelikle sevmeyi öğretelim.Varlığı bilsinler ama yokluğu da öğretelim.Güç katalım, güven verelim  gücünü arkadaşını döverek değil ilimde bilimde kullanmasını öğretelim.Paylaşmayı, acıyı, merhameti , adaletli olmayı  öğretelim, hayvan sevgisi aşılayalım.Bir ağacın bir insan gibi canlı olduğunu anlatalım.Özentiler karşısında kendi kültürünü kaybetmesine asla izin vermeyelim. Çocuklarımızın özgüvenli, bilgi-birikim sahibi, vicdanlı, donanımlı yetişmeleri için onlara “hayır” demeyi  öğrenelim.
Unutmayın siz çocuğunuza kıyamıyorsunuz ama günü geldiğinde kıyacaklar çok olacak…

http://www.urfanatik.com/gecmisten-gunumuze-cocuklar-makale,1257.html


18 Temmuz 2018 Çarşamba

Oy Fate Ez Kurban…!

Oy Fate Ez Kurban…!
Fate yaşamı boyunca kim bilir kaç kez kendini kurban etmişti.Yarine , anasına, babasına, evladına..Fate’nin doğduğu coğrafyada yoksulluktan kaçışın yolu yoktu.Hayal kurmak lüks sayılırken yaşamında acılarla yoğrularak kendini kurban etmişti Fate yaşadığı coğrafyanın törelerine, kültürüne.Yokluk içerisinde doğduğu topraklarda başlamıştı Fate’nin bahtsızlığı sevgiden şefkatten yoksun, evin büyük kızı olmasıydı kısa ömrüne badireler sığdırmış on beşine gelmişti Selvi boyu, şimşek gibi çakan zeytin karası gözleri, al yazmasının altından beline kadar uzanan sevda kokan saç örgüleri ile dönemin artistlerine taş çıkartacak kadar kıskandıran bir güzelliği vardı. Babası kız çocuğunun okula gitmesini gereksiz bularak küçük yaşlarda tarlada ırgat olarak çalıştırmaya başlamıştı, bu Fate’lerin kaderiydi, onlar doğmadan yazılan. Akşam tarladan yorgun argın eve dönen Fate evde kardeşlerine bakar, yemeklerini yedirir üstüne birde ağabeylerinden dayak yerdi.
Kadın dövmek sıradan bir olaydı coğrafyada..
Köyün yağız yakışıklı delikanlısına âşık olmuştu. Tarladan dönerken gizli gizli bakışır geleceğe dair hayaller kurardı. Hayalleri çok kısa sürdü Fate’nin sevdiğine varamadı, sevdiği erkek törelere kurban edilmişti. Aile komşu köyde bir aileyle arsa anlaşmazlığına girer, silahlar konuşur ölümler yaşanmasın diye olay berdele kadar dayanır. Mustafa’nın ablası o aileye gelin verilirken Mustafa’dan beş yaş büyük evin kızı Mustafa’ya eş olarak getirilmiştir. Kaç kişinin umutları, hayalleri, geleceği bir karış toprağa feda edilmişti.
Fate’nin Mustafa’yla sevdası kurban edildi törelere…
Fate iyice serpildi, köyde herkes onun güzelliğini konuşuyordu.Babası kahvede köyün zengini Abdo ağanın engelli oğluna kesmişti Fate’nin sözünü masa başında verilen sözler bir insani hiçe sayan töreler,baba köyde tarlada otururken gururla kızını iyi şartlarda verdiğini anlatıyordu böyle bir anlaşma yaptığı için içten içe mutluluk duyuyordu,.Fate sesini çıkaramıyordu, oysa Abdo ağanın oğlunun hasta olduğunu tüm köy biliyordu, Fate umutsuzluğa yelken açıyordu acı denizinde,kadere isyan etse, itirazını dile getirse faydası yoktu biliyordu babası ve ağabeyleri karar vermişti .Aslında başlık parası, abisine silah, aile rahat geçim sağlasın diye bir inek beş koyuna satılmıştı Fate…
Düğün günü gelmişti zeytin karası gözleri ağlamaktan şiş, yüreği acıdan sızlıyordu. Düğün alayı kefen giymiş Fate’yi almaya geliyordu, atların nal sesleri evin dışından silah sesleri içinde geliyordu. Ağa düğünü koyunlar kesilir, köy halkı çağrılır sofralar kurulu davetler verilir, bir kuş sütü eksik kaldı deseler de ağa masalarına kuş sütü de konulurdu, gelen misafirlere yapılan hizmet bir gösterişe benzerdi, o kadar çok aç varken çevrede… Aşiret liderleri, karakol komutanı ve bir takım devlet görevlilerine özel hizmet ederdi marabalar..Büyük konağın bahçesi eli silahlı insanlarla doluydu atın üstünde titriyordu Fate… Tek göz bir ev ve bir konağa gelmek düşündü Fate neden herkes farklı yaşamlar yaşar diye. Havaya sıkılan kurşunlar belki de bir ailenin geçimini sağlayabilecek tutardaydı..onlara göre gücün, erkekliğin hava atmanın göstergesiydi. Zaman zaman kaza kurşunlarıyla biri ölse de yine de kendine göre gelenek saydıkları düğünlerde özel günlerde havaya ateş açma alışkanlıklarından vazgeçmiyorlardı. Bedi, Abdo ağanın zihinsel sorunları olan kumral, yeşil gözlü, Selvi boylu, iri yapılı sorununda dolayı hep acıdığı ve çok ilgilendiği oğluydu. Bedi olanları tam kavrayamayıp etrafına gülücükler saçarak bakıyor, elindeki boş silahla oynuyordu, yanında bir maraba sürekli ağzındaki salyayı temizliyordu. Davul zurna sesleri köyü inletiyor coşku arttıkça artıyordu. Bedi bir anda kendini kaptırmış halay çekenlere karışmış göz ucuyla beyaz kefen giymiş artık imam nikâhlı karısı olmuş Fate’yi seyrediyordu. Damlarda düğünü izleyen çocuk kadın sayısı artmıştı. Her geçen saniye silah sesleri artıyordu şuursuzca açılan birileri ölecek diye düşünen yoktu hem ölse de çok önemli değildi ağanın düğününe kurban olacaklardı. Birden yere ayağında körüklü siyah çizmesi, beyaz gömlekli, siyah yeleğiyle biri düştü ağanın yani başında ve bedi vurulmuştu.
Oy Fate ez kurban..
Yeni başlıyordu Fate’nin acı dolu hikâyesi.
Fate kim bilir kaç kez daha kendini kimlere nelere kurban edecekti…



http://www.urfanatik.com/oy-fate-ez-kurban-makale,1246.html

11 Temmuz 2018 Çarşamba

SİYASETTE KADININ YERİ

SİYASETTE KADININ YERİ
Kadın- erkek eşitliğinin tartışmaları yüzyıllardır devam etmektedir. Eşitlik ilkesiyle yola çıkılmış olsak da bazı mesleklerde erkek daha üstün kabul edilmiş bu doğrultuda meslek seçimlerimiz şekillendirilmiştir.
Toplumun gerçek anlamda gelişmesi iyi bir refah seviyesine ulaşması kadınların ve onların yetiştireceği çocukların doğrultusunda olacaktır. Kadınlar birçok meslek alanında zorluk yaşadıkları gibi dönemsel olarak siyasi alanda da zorluk yasamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. Cinsiyet eşitsizliği ile başlayan bu süreçte sosyo-kültürel-coğrafik durumdan kaynaklanan değer yargıları inançlar hatta töreler kadının yaşam şeklini tercihlerini belirlemiştir. Kadınların hayatlarına dair aldıkları kararlarda zaman zaman kendi istekleri doğrultusunda olsa da yetiştiği coğrafyanın kültürel değerleri durumu etkilemektedir.
Ülkemizde kadınlarımızın siyasette daha fazla yer almaları gerekir, kadınların siyasette az olmasının sebebi tercihleri değil bastırılmışlıklarıdır. İçerisinde bulundukları ortamda ya ezilmiş ya da asalak yaşamaya alıştırılmıştır. Kadınlar neden siyasette az görünüyor? Yıllardır tartışılan konu kadından siyasetçi olur mu? Beceremezler, fikir üretemezler, ekonomi yönetebilirler mi?Kadın iyi politika yapabilir mi? Kadın ekonomi yönetebilir mi? Oysaki kadınlarımız yıllardır tüm yükü sırtlayıp sorunlar karşısında strateji geliştirip problemin kaynağını araştırarak net kalıcı çözümler bulabilmiştir. Dar boğazda ekonomik şartlarda her gün tenceresini kaynatmayı başaran kadınlar sorunların ne olduğunu daha iyi görebilir ve çözebilir. Bir dönem etnik köken kökeni nedir? Başı kapalı bundan siyasetçi olmaz, bir dönem kadının yeri evidir saçı uzun aklı kısa, siyasete girerse evlenemez çocuk yapamaz evliyse ev yönetemez evine zaman ayıramaz şeklinde söylemlerde bulunularak girişimler engellendi.
Gelişmiş dünya ülkelerine baktığımızda siyasette kadının katılım oranı % 50’ lere dayanmaktadır. Ülkemizde katılım oranı bu rakamların çok altında kalmıştır. Kadınlarımız her ne kadar siyasette görüyor olsak da ne sayı olarak yeterli gelmiştir ne de istikrarını koruyabilmiştir.
Kadınlarımızın siyasette daha çok yer alması adına ülkemizde kısa vade de problemler çözülüp yaptırımlar uygulanmaya başlasa bile çok uzun yıllar geçmesi gerekiyor ki kadın erkekle eşit oranda aktif siyasette yer alabilsin. Ev hanımı komşusuyla altın günlerinde siyasi sohbet gerçekleştirerek ergen çocuklarına doğru politikayı anlatabilsin.
Kadınların siyasette daha fazla yer almaları adına partilere çok iş düşüyor. Öncelikle partiye kadın üye sayısını arttırıp potansiyeli olanları destekleyip belirledikleri geniş görüşlülük doğrultusunda yetiştirmelidirler. Partide kadın sayısı arttıkça güç artar güç arttıkça parti amacına daha kolay ulaşır. Kadının siyasete girmesi demek eline özendirme ürünleri verip kapı kapı gezdirip partisinin hedeflerini vaatlerini anlatarak oy toplamaya çalışması demek değildir.
Ayrıca hemcinsler birbirlerine destek vermelidirler kadınların bulunduğu platform, dernekler, STK vs. dini, ideolojik kültürel sebeplerden ya da egolarının yönlendirilmesinden birlik ve beraberlik içerisine giremediler kadınlara ayrıca destek sağlamalıdırlar. Birlik beraberlik içerisine girip siyasete girecek kadınları destekleselerdi bugün STK’ ların geldiği nokta daha farklı olacaktı. STK’ ların içlerindeki güçlü, siyasete yatkın kadınları seçerek partilerle işbirliğine girebilirlerdi. Aile, çevre, eş, iş destek vermediği sürece mecliste kadın erkek sayısı hiçbir zaman eşitlenmeyecek.
Unutmayalım kadın üretirse ülke gelişir refah seviyesi artar…


http://www.urfanatik.com/siyasette-kadin-yeri-makale,1235.html

10 Temmuz 2018 Salı

...... sorma yüreğimin sızısını

...... sorma yüreğimin sızısını
Mesafeleri mi ! Hiç hatırlatma
Bana gel deme gücüm yok gelmelere
En iyisi mi
Çık gel
Hadi çık gel....

Hayat çok kısa bekletmeyin sevdiklerinizi yarın çok geç olabilir...!

2 Temmuz 2018 Pazartesi

OYNAYARAK ÖĞRENSİNLER

OYNAYARAK ÖĞRENSİNLER
Eğitim, doğduğumuz andan itibaren başlar. Eğitim süresince ailelerin çocuklarına doğru şartlarda, kaliteli bir eğitim verebilmesi ve ailenin okulun paralelinde ilerlemesi çocukların fiziksel zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan gelişiminin sağlanması için çok önemlidir. Okul öncesi eğitim kurumları çocuğu hayata hazırlamada aileyi destekler; çünkü eğitim önce ailede başlar.
Okul öncesi döneminin en verimli bir şekilde tamamlanması için doğru kurumun seçilmesi çok önemlidir. Veli olarak bir anaokulundan beklentilerimizi doğru belirlemek ve bu beklentileri çocuklarımızın sınırının üstünde bir seviyeye taşımamak, bu süreçte kendi egolarımıza kapılıp çocuğu yanlış yönlendirip yıpratmamak ve okuldan soğutmamamız gerekir.
Anaokulu oyun oynama, oyunlarla öğrenme yeridir. Bir takım hırslara kapılıp çocuğumuzun kapasitesi üzerinde bir performans beklemek çocuğun gelecekte yaşayacağı sıkıntılara zemin hazırlamış olur. Öğretmenler çocukları oyun esnasında gözlemleyip değerlendirir ve onları daha iyi tanıma şansına sahip olurlar. Öğrenmenin en iyi gerçekleştiği alan oyundur.
Çocuklar oyun oynarken kendi rollerine bürünüp oyunun akışına kapılır giderler. Sahip oldukları karakterler onların tüm dünyası olur. Oyun sürecinde zaman zaman yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi dahi unutabilirler. Okul öncesi dönemde çocuklar yönlendirilmekten ya da talimatlardan pek hoşlanmazlar. Kazanımlar oyunla verilmeye çalışıldığında öğrenme daha sağlıklı gerçekleşir ve çocuk oyunlarında kendini bulur. Anne babalar çocuklarını anaokuluna verirken çocukların oyun sürecinde olduklarını unutup kurumun eğitim öğretimini sorgulamaya başlar.
Üç yaşını doldurmayan çocuklarının tuvalet eğitimi olmadığını ağzında emzik, elinde biberonla dolaştığını unutup İngilizceyi neden konuşamadığını sorgulayan ve öğretmenlerin nazikçe yaptığı açıklamadan da tatmin olmayan annelerimizin sayısı oldukça fazladır. Anaokulları okuma-yazma öğrenme, matematik problemleri çözme, üç beş kelimeyle yabancı dil öğrenme yeri değildir.
Bazı kurumlar okul öncesi dönemde çocuklara okuma-yazma öğretmeye çalışıyor. İşin daha da üzücü yanı veliler bu işi en iyi yapan okulu piyasanın en iyi anaokulu diye düşünmeye başlıyor ve çevrelerine “çocuğum 4 yaşında okumayı söktü” diye çocuğunu gururla anlatıyorlar. Çocuğunun 1. Sınıfa başladığında yaşayacağı sıkıntıları ya düşünemiyorlar ya da göz ardı ediyorlar.
Oysaki 1. sınıfa başlayan öğrenci zaten sorunsuz şekilde okuma-yazmayı öğrenecek, ciddi bir sorun yaşamayacaktır. Çocuğun erken okuma-yazma öğrenmesi gurur duyulacak bir durum değil tam tersi sonraki yaşamında çocuğun yaşayacağı sıkıntıların belirtisidir. İlkokula başlama sürecinde doyuma ulaştıkları içi aktarılan bilgiler onlara yetmeyecek, dinlemeyi gereksiz bulacaklardır. Bu durumda ya kendi iç dünyalarına çekilecek ya da arkadaşlarının dikkatini dağıtacak davranışlar sergileyerek ciddi boyutta uyum problemi yaşayacaktır.
Okul öncesi dönemde çocuklarınızdan eğitim konusunda üstün performans bekleyeceğinize çocuklarınızla oyun oynayın, oyunlarla öğrenmesini sağlayın. Oyunla öğrenmesini gerçekleştirirseniz çocuğunuzun özgüveni, kendini ifade edebilme becerileri gelişir, zihin gücü artar, dil gelişimi ilerler kelime dağarcığı yaratıcılığı artar, neden-sonuç ilişkisi kurup gözlem yapmayı öğrenir, olaylara çözüm odaklı yaklaşır, paylaşmanın önemini anlar ve en önemlisi iç dünyasında pozitif, huzurlu ve mutlu olur. Bırakın çocuğunuz doyasıya oyun oynasın…


http://www.urfanatik.com/oynayarak-ogrensinler-makale,1222.html