17 Kasım 2019 Pazar

NE KOMŞUMUZ KALDI NE DE KÜLÜMÜZ

NE KOMŞUMUZ KALDI NE DE KÜLÜMÜZ

Teknoloji ilerledikçe insanların manevi olarak açlığı artış göstermekte, bir boşlukta sürünmekte ve doyum noktasına ulaşamamaktadır. Bu durumdan çok şikayetçi olmamıza rağmen süreci değiştirmek adına hiçbir çaba göstermemekle birlikte var gücümüzle destek vermeye devam etmekteyiz.
Yaşadığımız apartmanların beton yığınlarının içerisine yarı açık cezaevi misali bir nevi mahkûm gibiyiz. Kapitalist sistemin kurduğu düzenin içerisinde daha çok ürüne sahip olmak için çok çalışmaktayız ya da günümüz şartlarında kazandığımız para yaşamımızı idame ettirebileceğimiz kadarına yetmediği için daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz. Yaşarken ayakta kalma mücadelesiyle çevremizdeki güzellikleri fark edemiyoruz, etrafımızdaki insanlarla iletişimi kesip paylaşımı azaltıp, birlikte yaşamayı, inanmayı, güvenmeyi hatta sevmeyi unutabiliyoruz.
Biz Eskiden Daha Mutluyduk!
    Komşularımızla samimi güvenilir bir ortam içerisinde yaşarken maddi-manevi birbirimize destek olurduk. Bir esnafın işi ters gittiğinde borç dahi verilerek destek olmaya çalışılır işletmesi batmasın diye elimizden geleni yapardık. Şimdilerde işleri ters giden işletmenin başında adeta akbaba gibi bekleyip “biraz daha batsın devralalım” diye iç geçirip sinsice planlar yapıyoruz. Dayanışma vardı mahallemizde, selamlaşmadığımız komşumuz yoktu. Yeni bir komşu taşındığında kimi yerleşmesine yardım eder kimi bir tabak yemek bir demlik çayla destek verip ailenin küçük çocuğu ayakaltında perişan olmasın diye çocuğu evlerine alır bakarlardı. Düğün, asker uğurlama, badana-boya, konserve, turşu döneminde imece usulü herkes birbirine yardım ederdi. Annemiz müsait olmadığında okulda veli toplantımıza bile komşu teyzemiz gelirdi.
     Çocuklar kız-erkek ayrımı olmadan mahallede kardeşçe oyunlar oynar birimizin annesinin pişirdiği kek hepimize dağıtılırdı. Memlekette olan cenaze, düğün vs. okul dönemine denk geldiğinde ailemiz bizleri komşuya bırakır giderdi. Sabah uyandığımızda evin babası çocukların harçlıklarını verip başlarını okşayarak okula gönderdiğinde bizleri ayırt etmezdi. Şimdilerde ki gibi acaba çocuğum tacize uğrar mı? Başına kötü bir şey gelir mi? korkusu düşüncelerde dahi yoktu. Komşu kendi çocuklarını kanatları altına alırken bizleri de kucaklamaktan geri kalmazdı. Evlerin kapıları sıkı sıkı kilitlenmezdi, öyle kasa anahtarı İngiliz anahtarı çelik kapı gibi şeyler yoktu hayatımızda.
Bir aile içerisinde huzursuzluk yaşansa aile içi tartışma şiddete hatta faciaya dönmeden komşular aileye destek olur barıştırır uzlaştırır tatlıya bağlarlardı. Sabah ekmeği alınırken komşunun ekmeği var mı diye sorulur, akşam ekmeği alınırken kapı önü muhabbetler yapılırdı ekmeğin ucu yenir kalan yarısı çocuklara dağıtılırdı.
Eskiden Daha Mutluyduk Biz!
    Gündüz her şeyi birbirleriyle paylaşan annelerimiz hiç görüşmemiş gibi akşam babalarımızla misafirliğe giderlerdi.  Biz çocuklar soba başında ödevlerimizi yaparken ailelerimiz keyifli sohbetin doruğuna çıkardı. Eğitim, siyaset, tarih, coğrafya konuşulur tartışılırdı. Bilgili kültürlüydü babalarımız boş laflara ayıracak zamanları olmadığı gibi kimsenin karısına kızına yan gözle bakmazlardı. En büyük psikoloğumuz mahallemizin büyüğüydü. Tüm sıkıntılar ona anlatılır yol göstermesi çözüm üretmesi beklenilirdi.
    Ahde vefa vardı bizim mahallemizde. Yapılan iyilikler asla unutulmazdı. Yemek paylaşımı görgüsüzce sosyal medyadan değil bir tabak eşliğinde komşudan bizzat gelirdi bizlere.
Ne oldu da bu kadar kötü, duyarsız olduk. Kapattık kendimizi kapıldık yaşamın seline. Belki de büyük şehirler, geçim sıkıntısı, özenti, birazcık sonradan görmeliğimiz aldı götürdü değerlerimizi. Aile içi iletişim koparken komşular tanınmazdan gelindi, mahallemizin küçük esnafının yolu unutuldu. Sabah işe gidip akşam dönerken mahallelimizi, komşumuzu tanımaz olduk. Mahallenin kedisi köpeğiyle birlikte doğamızın yok oluşunu görmezden geldik. Ne etrafımızda gelincikler papatyalar kaldı ne de yüreğimizde sevgiler. Çınarlarımız devrildi birer birer…
    Ne komşumuz kaldı ne de muhtaç olduğumuz komşumuzun külleri, savruldu gitti…

5 Kasım 2019 Salı

KARA ÖNLÜKLER BEYAZ HAYALLER

KARA ÖNLÜKLER BEYAZ HAYALLER

Bir zamanlar siyah önlük çocukluğumuzun en beyaz sayfasıydı. Okulumuzda hepimizin önlüğü neredeyse aynıydı. Tek parçadan oluşan bu önlüklerle hareket özgürlüğümüz kısıtlanmadan istediğimiz gibi oyunlar oynayabiliyorduk. Zenginin fakirin çocuğu aynı önlükle koşturuyordu okul bahçesinde hayalini kurduğu başarı huzur dolu yarınlara…
    Arkadaşlarımızla aramızdaki en büyük fark meraklı ve becerikli annelerin el emeği göz nuruyla yaptığı dantel yakalardı. Hafta sonu dantel yakalar yıkanır ütülenir kolalanırdı. Annelerimiz haftanın ilk günü yakaları takarken çabuk kirlenmesin kolası bozulmasın diye sürekli nasihatler uyarılar yapardı. Yakalığımızın kolası bozulmadan hafta sonunu getiremezdik illa ki kirlenirdi. Özellikle erkek öğrenciler futbol maçlarında profesyonel oyunculuk sergilerken yakasının önlüğünün kirlendiğini hatta düğmelerinin koptuğunun farkına bile varmazdı.
    Arkadaşlarımızla eşittik, eşit şartlarda okuyorduk o kadar eşittik ki beslenmemizdeki menü bile genelde hep aynıydı. Beslenme teneffüsünde yumurta kokusu sınıfı sarardı çünkü birçoğumuzun annesi beslenmemize haşlanmış yumurta, zeytin, peynir koyardı. Muz zengin meyvesiydi o dönemlerde ekonomik durumu iyi olan aileler çocuğunun beslenmesine muz koymazdı. Arkadaşları görür canı çeker üzülür diye derin ince düşünürdü bizim annelerimiz. Sulu boyası olmayan arkadaşımızla paylaşırdık boyamızı. İki fırçamız varsa boya kabını ortaya koyar ortak kullanırdık Şayet iki fırçamız yoksa sırayla kullanırdık birimiz çizerken diğerimiz boyardık. Öğretmen malzememiz tam mı diye kontrol ederken arkadaşımızın eksiğini öğretmen fark etmesin diye elimizden geleni yapardık.    Haşlanmış yumurtamız, kırmızı beslenme kabımız, kara önlüklerimiz aynı olsa da ucu bucağı olmayan pembe, beyaz, mavi hayallerimiz vardı bizim…
    Bakanlığın aldığı kararla okullara serbest kıyafet uygulaması getirildi. ”Çok okuduk, çok inceledik, çok araştırdık, öğrenciler serbest kıyafetle daha özgüvenli olacak akabinde başarı gelecek bu değişim şart”  dediler. Değişim iyilik, güzellik, başarı getirdi mi yoksa eşitliği alıp götürdü mü tartışılır. Süreç; siyah önlükler kalktı mavi önlüğe döndü olmadı serbest kıyafet dönemine geçiş yapıldı. Bir devir kapandı bir devir başladı. Siyah önlükler sadece hepimizin albümlerindeki fotoğraflarda anı olarak kaldı.
    Serbest kıyafet uygulamasıyla öğrenciler arasında uçurumlar oluşmaya başladı ve her geçen gün arttı. Zengin ve fakir arasında ki fark ortaya çıktı. Serbest kıyafet Savunucuları her ne kadar siyah önlüğün öğrencinin psikolojisini bozduğunu söyleseler de serbest kıyafet uygulaması hem öğrencilerin psikolojisini bozdu hem de velilerin hatta yetmedi okul yönetimlerinin... Özellikle kız çocukları “yarın ne giysem acaba” telaşına düşerken dersten nasıl uzaklaştığının farkına varamadı. Bunu düşünmek zorundaydı çünkü en yakın arkadaşı her gün farklı giyiniyordu üstelik giydikleri ünlü markaların logosunu taşıyordu. Sistem yerine oturmadan süreç sinsice ilerleyip bir rekabet ortamı oluşturmuştu. Üstelik annelerde sisteme dâhil olmuş “yarın ne giydireceğim” düşüncesiyle bilinçsizce sisteme destek veriyordu.
    Öğrenciler en güzel, en yakışıklı en şık olmanın derdine düştüler. Sabah okula geldiklerinde öncelikle birbirlerine bakıp ne giydiklerini inceler yorumlarını yapıyorlar. Bazen yorumlar o kadar acı oluyor ki arkadaşının canını nasıl yaktığının farkına bile varamıyorlar. Yaşananlardan dolayı öğretmenler dahi zaman zaman otoriteyi kaybedip disiplini sağlamakta güçlük çekiyor. Serbest kıyafetle birlikte yaş gurubuna göre küpeler, kolyeler, bileklikler, rujlar, parlatıcılar, boyalı saçlar, rimeller vb. okul çantalarında çoktan yerini almaya başladı. Serbest kıyafetle okula gelen öğrencinin özgüveninin arttığı düşünülse de aslında şımarıklıkla birlikte gelen disiplinsizliğin farkına varıldığında çok geç olmuştu.
    Yaşanan birçok olumsuzluktan sonra okullar birer birer tek tip kıyafete dönmeye başladılar. Forma seçiminde kurum yöneticileri kurumun vizyon ve veli portföyünün sosyal-ekonomik durumuna göre değil popüler kolejlerin formalarına göre karar almaya başladılar. Seçimler yapılırken çoğu zaman çocukların fiziksel özellikleri düşünülmedi. Örneğin; çok kilolu öğrenciye beli lastikli pantolon yerine kemerli pantolon verilerek fiziksel farklılıklar gözden kaçırıldı.
    Avrupa ülkeleri bu konuda hep örnek gösterildi. Birçok ülkede serbest kıyafet uygulaması olduğunu biliyoruz. Süreci nasıl sindirip içselleştirildiğini doğalında yaşadıklarını anlamak istemiyoruz ya da anlamaya çalışmıyoruz. Belki önce alt yapısı temeli sağlam oluşturulup anne-baba okullarıyla ebeveyn, öğrenci ve okul yönetimlerine eğitim verilseydi sistem başarılı olacaktı. Ama birçok şey gibi temeli olmayan düşünceler üzerine inşa edilince yaşanılan olumsuz sonuçlar kaçınılmaz oldu.
Keşke çocuklarımızın önlüğü-formasıyla uğraştığımız kadar eğitim süreçleriyle akademik kişisel başarılarıyla uğraşsaydık. Hangi forma, kıyafet diye düşüneceğimize bizlerde aya nasıl gezi düzenleyeceğimizin planlarını yapsaydık. Kıyafet yüzünden yargılayıp eleştireceğimize yaptıkları projelerin artılarını eksilerini anlatıp daha nasıl işlevsel hale getirebiliriz tartışmaları yapsaydık.
    Ne zaman ki yaşananlara nasıl ne şekilde anlam yüklediğimizi öğrenirsek, olayları kişiselleştirmeyip bütünlük bazında değerlendirip bakmakla-görmek arasındaki farkı yakalarsak o zaman yaşadığımız birçok sorun tamamen ortadan kalkar. Çocuklarımıza yediği, içtiği, giydiğiyle kendini değersiz hissetmemesi gerektiğini öğretilmeliyiz. Çocuğumuz gösterişle değil emekle, bilgiyle, değerleriyle bir yerlere gelebileceğini öğrenmeli. O vakit özgüveni yüksek ayaklarının üzerinde duran değerlerine kültürüne bağlı bireyler olarak topluma karışacaktır. Küçücük dünyalarındaki büyük hayallerini özenti ve gösteriş üzerime kurdurup geleceklerini karatmalarına izin vermeyin.